28 Şubat’ta ikna odaları dahil her türlü baskıya maruz kalmış başörtülü bir hemşirenin gözünden 15 Temmuz kıyaslaması: “28 Şubat’ta baskı vardı, 15 Temmuz’da olan soykırım.”
CEVHERİ GÜVEN / BOLD
28 Şubat’ın sembolü haline gelen iki başörtülü figürü kamuoyu geçen hafta iki farklı olayla hatırladı.
İlk isim 28 Şubat’ta Meclis’e başörtüsüyle girdiği için krize sebep olan ve Meclis’ten protestolar eşliğinde çıkartılan Merve Kavakçı’ydı. Kızı Mariam daha 20’li yaşlarının başında “Cumhurbaşkanı danışmanı” sıfatıyla Saray’a atandı. Kavakçı’nın diğer kızı Gülham Abushanab da Erdoğan’ın danışmanı olarak Saray’da. Merve Kavakçı ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Kualalumpur Büyükelçisi.
İkincisi ise Leyla Şahin Usta’ydı. Usta, “Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu dile getirme abesle iştigal. İnsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir-iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar.” sözleriyle gündem oldu.
Leyla Şahin, 28 Şubat’ta Tıp Fakültesi’nde öğrenciydi ve derse başörtüsüyle alınmadığı için uygulamayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar götürüp sembolleşmiş bir isimdi. Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Milletvekili. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda ise AKP adına üye.
28 ŞUBAT’I MUMLA ARAYAN BAŞÖRTÜLÜLER
28 Şubat’ın bu iki figürü aileleriyle birlikte iyi konularda ve “Türkiye’de insan hakları ihlali olmadığını” savunurken; kendileri gibi 28 Şubat mağduru olan başka başörtülüler ise 28 Şubat’ı mumla arıyor.
Zeynep Sezer, bu başörtülülerden biri (Türkiye’de yaşadığı için ismi güvenlik gerekçesiyle değiştirilmiştir). 28 Şubat’ın en güçlü biçimde kendisini hissettirdiği 1998 yılında üniversiteyi kazanmış ve hemşirelik okumaya başlamış.
Yaklaşık bir ay özgürce başörtüsüyle derslere girdikten sonra Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) başörtüsü yasağı gelmiş. Direniş, başörtüsü eylemleri, azarlanma ile dolu üniversite yıllarının ardından okulu dereceyle bitirmiş. Geriye dönüp 28 Şubat’a bakıp 15 Temmuz’dan sonra yaşadıklarıyla karşılaştırınca “28 Şubat’ta baskıya maruz kaldım, 15 Temmuz’dan sonra yaşadığım soykırım.” diyor.
“İKNA ODALARINI GÖRDÜM”
Zeynep hemşirenin 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a “gün yüzü görmedim” dediği hikâyesi şu an yargı kıskacındaki on binlerce başörtülünün hikâyesi aslında:
“İkna odaları denilen odaya bizzat girdim, yaşadım onu. Derslere başımızı açarak girmek zorunda kalıyorduk. Aile olarak MHP kökenli bir aileyim. Üniversitede ilk iki sene Ülkü Ocakları’na takılıyordum. Hizmet’le tanışmam sonradan oldu.” diye başlıyor söze.
Merve Kavakçı’nın Meclis’e başörtüsüyle girdiği o güne dönüyor: “O güne kadar sadece derslerde başımızı açıyorduk. Üniversitenin geri kalanında başımızı kapatmamız serbestti. Merve Kavakçı’nın Meclis’e başörtüsüyle girdiğinin ertesi günü bizi başörtüsüyle yemekhaneye bile almamaya başladılar. O güne kadar hiçolmazsa yemekhane, sosyal etkinliklere başörtüsüyle girebiliyorduk. Bu hak da Merve Kavakçı’nın o hareketiyle elimizden alındı.”
“MERVE KAVAKÇI’NIN KIZI SARAYDA, BİZ İHRAÇ”
Merve Kavakçı’nın Meclis’e yaptığı bu çıkarmadan kendisi ve diğer başörtülüler için çok zor günler başladığını anlatan Zeynep Hemşire, Kavakçı’nın 28 Şubat’ta attığı bu adımın kendi hayatındaki yansımasını somut bir örnekle anlatıyor:
“Ben başarılı bir öğrenciydim. Stajlarda başımızı açıyorduk ama her halimizden başımızı açtığımız belli oluyordu. Bir gün stajda öğle arası oldu, kantine inerken başımı bağladım ama üzerimde okul forması var. Yanıma biri gelip ismimi sordu, üzerimde hırka olduğu için yaka kartı altında kalmıştı. Yakamı açmaya çalışınca ben de elini ittim. Meğerse Tıp Fükültesi’nin dekanıymış. Kim olduğunu bilmiyordum. O söylemeyince ismini ben de söylemedim. Sonra kantine indim, peşimden gelip herkesin içinde bana bağırıp çağırdı. Bu olaydan sonra ben çok kötü oldum psikolojik olarak, Kredi Yurtlarda kalıyordum. 30 saate yakın uyuyamadım beni acile kaldırdılar.”
Kavakçı’nın şimdi Devletteki üst düzey görevini, kızlarının Saray’da olmasını ve kendi durumunu ironik biçimde yorumlayan Zeynep Hemşire’ye göre bazıları için ikinci sınıf olmak hiç değişmiyor:
“Ben o zaman da ikinci sınıftım şimdi de öyle. Hiç bir zaman gün yüzü görmedim. Üçüncü olarak bitirdim bölümümü ama mezuniyete katılamadım. Mezuniyet yıllığına verdiğim fotoğrafta başörtüsünün üstüne kep taktım diye ondan da soruşturma geçirdim. Bütün üniversite hayatımda başörtüsü yüzünden baskı gördüm. Sonra çalışma hayatımda da aynı oldu perukla çalışmak zorunda kaldım ta başörtüsü sorunu çözülene kadar.”
BİR BAŞÖRTÜSÜ MAĞDURUNUN GÖZÜNDEN 15 TEMMUZ
Zeynep hemşirenin 28 Şubat’ta yaşadıkları 15 Temmuz’da yaşadıklarının yanında oldukça hafif kalacaktır:
“2016 yılının temmuz ayında mesaideyken ilçe sağlık müdürlüğünden aradılar. İvedilikle, bu kelimeyi hiçbir zaman unutmuyorum, ‘ivedilikle Müdürlüğe gelmemi’ istediler. Tabii ne olacağı belli. Elim-ayağım titredi, çok kötü oldum. Aşı yapmakta olduğumu söyledim, ‘hayır yapma hemen gel’ dediler. Bırakıp çıktım, yolda kaza yapmadığıma şükrediyorum. Beni açığa aldılar. Sonra gelip çalıştığım yerde doktorlara filan sormuşlar. İçlerindeki troll bir doktor vardı o bile ‘iyi’ demiş. Mesaime çok dikkat eden biriydim. Doğum yaptığımda rapor dahi kullanmamıştım. Sonra bir ara üye olup ayrıldığım sendika nedeniyle ihraç edildim. Eşim de Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi. O sendika üyesi olduğu için ihraç edildi.”
MERVE KAVAKÇI’NIN ÇOCUKLARI VE ZEYNEP ÖĞRETMENİN ÇOCUKLARI
Karı-koca işsiz kalınca önce arabalarını satarlar. Ardından Zeynep hemşire, sigortasız olarak zaman zaman özel hastanelere nöbete gitmeye başlar. 28 Şubat’ta Merve Kavakçı’nın çocuklarının okulda yaşadığı baskıya dikkati çekerken, kendi çocuklarının iki yılı aşkın süredir yaşadıklarını anlatıyor:
“Biz başta ihraç olduğumuzu kimseye söyleyemedik. Tecrit vardı. Mahalledeki komşular çocuğumu sıkıştırmışlar, ‘annen baban niye artık işe gitmiyor, hep evde mi kalıyorlar?’ diye. O zaman 8 yaşındaydı. Gelip bana ‘anne yalan söylemek zorunda kaldım, işe gidiyorlar dedim’ diye konuştu. Çocuğuma psikolojik baskı yaptılar. Bir gün kapının önünde komşularım konuşuyordu. Bizi de biliyorlar. Komşumun biri dedi ki; ‘bunların çocuklarını da okullara almayacaksın’. Benim duyacağım şekilde söyledi. Bu sözü hiç unutmayacağım. Bizi topyekün yok etme fikrinde adam. İki ay sonra çocuğu hastalandı, gece benim kapıma geldi. Ama benim çocuklarıma yaşama hakkı tanımıyor.
Bu süreçten kızım çok etkilendi. Rehber öğretmeni aradı, ailede bir sorun olup olmadığını sordu. Gittim. Çocuğun çok içe kapandığını, kimseyle konuşmadığını, kimseyle arkadaşlık yapmadığını söyledi. Ben de anlattım. İhraç olduğumuzu, çevremizde sürekli hapse giren insanlar olduğunu, bunları ister istemez çocuğun yanında konuştuğumuzu ve psikolojisinin bozulduğunu söyledim. Ama bunları AKP’li öğretmenler olabilir diye başkasına anlatmamasını tembihledim. Kızım ikilemde kalıyor, diğer çocuklarla arkadaşlık yaparsa yalan söylemek zorunda kalacak, bu konulara sözün gelme ihtimali var. Konuşulmasın diye kimseyle arkadaşlık yapmıyor.
Bazen o kadar çaresiz kalıyorum ki. Çok zor durumda insanlar var. Çocuklar perişan. Aileleri tarafından yalnız bırakılan insanlar var. Benim ailem bana sahip çıkmasa, biz ikimiz de hapse girsek, eşimin ailesi çocuklarımı yetiştirme yurduna verirler, sahip çıkmazlar. Sormadılar bir kere bize ‘aç mısınız, susuz musunuz?’ diye. Bir kere aramadılar bizi.”
“Eşine ‘git or…luk yap’ denen meslektaşlarım için konuşmalıyım”
“28 ŞUBAT’TA BASKI VARDI, ŞİMDİ SOYKIRIM”
İkna odalarından, başörtüsü eylemlerine kadar 28 Şubat’ı bütün boyutlarıyla yaşamış Zeynep hemşire, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından da mağdurlarından biri olarak iki süreci tüm bu yaşadıklarının eşliğinde değerlendiriyor:
“28 Şubat ve 15 Temmuz karşılaştırılamaz bile. 28 Şubat’ta baskıya maruz kaldım. Bana dediler ki, ‘başını aç gel oku’. Farklı görüşteki hocalar da haksızlık yaptı bize. Ama ben yine okulu dereceyle bitirdim. Kimse o hakkımı elimden almadı. Ama bu dönemde bize yaşam hakkı tanımıyorlar. Soykırım bu. Ellerinden gelse Nazi Almanyası’nda Yahudilere yaptıklarını bize yaparlar. Yapacak insanlar biliyorum. Benim öz dayım benim ne zaman hapse gireceğimi bekliyormuş. Başıma bu gelenlerden neden mutlu oluyor bilmiyorum?
28 Şubat’ta gözaltına alma endişesi, hapis endişesi bir kere taşımadım. Başörtüsü eylemlerine katıldığım halde. Ama şimdi bir trafik çevirmesinde GBT’ye girdiğim zaman ‘alacaklar’ korkusuyla yaşıyorum. Yazın otobüsle çocuklarla köye gidiyorduk. Yolda çevirme olursa, kimlik kontrolünde beni alırlarsa çocuklar otobüste yanlız kalır, onlara ne olur diye 12 saat bu korkuyla yol gittim.
SIRAYLA ALIYORLAR
Niye alacaklar? Bilmiyorum. Aramam var mı, yok mu? Onu da bilmiyorum, ama sırayla alıyorlar bizi. İhraç KHK’lıyız ya. Pazartesi bir de cuma sabahları çok operasyon oluyordu. Eşimle helalleşip yatıyorduk o günler. Akşamları evi topluyordum. Polisler gelirse dağınık olmasın diye, çocuklu ev. Hatta bazen yerleri siliyordum. Geleceklerinden eminim, sırayla alıyorlar.
Her asansör sesine irkiliyorsun, her kapı sesine irkiliyorsun. Ben bu süreci en hafif yaşayanlardan biriyim. Okuduğunuz mağduriyetlerin hepsi gerçek. Bir çoğu duyulmuyor bile.”
BAŞÖRTÜLÜ BACIM DİYEN YOK
28 Şubat’ın başörtülülerine toplumun farklı kesimleri yanında tüm cemaat ve dini oluşumlar da güçlü biçimde sahip çıkmıştı. Zeynep hemşire, şu an binlerce başörtülü kadının hapishanelerde, çocuklarından ayrı, işsiz olduğunubelirterek sözü İslami kesime getiriyor:
“Hiçbir dindar kesimden destek görmedik. Ben inancımdan dolayı başörtülüyüm, ama birçok başörtülüden tiksiniyorum. Çarşaflıları sakallıları görmek istiyorum. Bu duruma geldim. Ben bundan sonra asla bir sağ partiye destek vermem. İnancım sağlam olmasa çok farklı yerlere kayabilirdim. Bırakın cemaatlerin bize destek çıkmasını kendi akrabalarımız bize destek çıkmadı. Benim abim ihraç olduğumuzda bana şu lafı söyledi: ‘Siz IŞİD’çılardan PKK’dan daha tehlikelisiniz’. Şu an özür diliyor, ama o geçti. Unutulur mu?”
“ALEVİ ARKADAŞIM ARADI AYNI MESCİTTE NAMAZ KILDIĞIM ARKADAŞIM ARAMADI”
Zeynep hemşire, İslamcıların duyarsızlığını KHK ile ihraç edildikten sonra yaşadıklarıyla daha somutlaştırıyor:
“28 Şubat’ta sınıf arkadaşlarım ilk ateşli dönemde bir tepki vardı. Dersler aksıyordu. Sınıfa ilk başta başörtülü giriyorduk. Bir arkadaş vardı biraz provokatör gibiydi. Zaten şimdi yandaş. Sonra tabi bunlar aşıldı. En yakın arkadaşım askılı giyen bir kızdı. Sokaklarda yan yana yürüyorduk. Şu süreçte ihraç olduktan sonra, beraber çalıştığım Alevi arkadaşım beni aradı ama aynı mescitte birlikte namaz kıldığım arkadaşım aramadı, sormadı.”
“BİZ DÜŞÜNCE BİR DE BEN VURAYIM DEDİLER”
“2016 yılı için tatil paketi almıştık önceden. Açığa alınınca şehir dışına çıkmak yasak olduğu için arayıp tatilimizi bir dahaki seneye ertelettik. Tatilimizi Bank Asya’nın kredi kartından ödemiştik. Parasını ödediğimiz otel, ödemeyi Bank Asya kredi kartından yaptık diye, ‘bunlara devlet vurmuş bir de ben vurayım’ diye ertesi sene (2017) bize tatil yaptırtmadı. Parasını ödediğimiz tatili yaptırtmadılar. Bütün belgeleri elimde şu an hakkımı arayamam, ama onun da zamanı gelecek.”
28 ŞUBAT’TAN BUGÜNE HAK ARAYIŞI ARASINDAKİ KORKU FARKI
Zeynep hemşire 28 Şubat’ta geçirdiği soruşturma, derslere alınmayışı, bazı hocalardan gördüğü ayrımcılığa rağmen korku hissetmemiş. Şimdi ise hak araması sırasında yaşadığı korkuyu anlatıyor:
“İhraç olunca idari mahkemeye başvurdum. Anayasa Mahkemesi’ne kadar gittim. Sonra OHAL Komisyonu çıktı, şu an orada. İnceleme devam ediyor. OHAL Komisyonu’na giderken bir taraftan da korkuyorum. Orada kimlikleri verip GBT oluyor. İstanbul Cağaloğlu’ndan yokuş çıktık çok susadım. Eşime diyorum ki girmeden içeri bari su al. Bizi tutuklarlarsa ‘bunlara su bile yok’ demişlerdi ya su vermezler diye düşündüm. Kimlikleri verdikten sonra içeride uzun kaldım. Eşim tutukladılar beni zannetmiş. Sürekli bu psikolojidesin. Suç ne? O da yok.”
ASGARİ GEÇİNMEYİ ÖĞRENDİK
Zeynep hemşire şimdi özel bir hastanede düşük maaşla iş bulmuş. Eşi ise el emeği şeyler yapıyor. Kendilerini “bu süreçte durumu iyi olanlardan biri” diye niteleyen Zeynep hemşire, psikolojik durumu sebebiyle kanser tahlillerinin yüksek çıktığını ancak arkadaşlarının yaşadıklarının yanında bunların önemsiz olduğunu söylüyor:
“Asgariyle yaşamayı öğrendik, ama çok kötü durumda olanlar var. Kirasını ödeyemeyenler var. Hapse düşenler, çocuğundan ayrı düşenler, yuvası dağılanlar var. Sosyal medyada duyduklarınız, okuduklarınızın hepsi gerçek. Hatta bir çoğu duyulmuyor bile.”