Distopik eserlerin bazı ortak özellikleri vardır. Zor zamanlardan geçmiş ya da geçmekte olan bir toplum, öne çıkan bir lider, hayatta kalma uğruna en temel hak ve özgürlüklerden yapılan fedakârlıklar…
Jean DuPrau’nun 2003 yılında yayınlanan kitabı City of Ember’dan aynı isimle uyarlanan film de bu ortak özellikleri sergiliyor.
‘İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ OLAĞÜNÜSTÜ ŞARTLAR’
2008’de Bil Murray ve Tim Robbins gibi önemli oyuncularla yapılan film yer altındaki bir şehrin öyküsüdür. Yeryüzünün yaşamı imkânsız kılacak şekilde tahrip olması üzerine “kurucu” mühendisler yer altında bir şehir inşa ederler: Ember… Şehri, geçici bir mekân olarak tasarlayan kurucular 200 yıl sonra açılacak bir kutuyu da belediye başkanına verirler. Kutu, nesilden nesile aktarılır. İki asır sonraki nesil bu kutuyu kullanarak artık kendini yenilemiş olan yeryüzüne çıkacaktır.
Ancak, daha önceki normal ve güzel hayatın söylencesini bile hatırlayanlar kalmayınca kutu unutuluverir. Başka bir hayatın varlığını bilmeyen yeni kuşaklar yer altındaki bu yaşamı tek “mümkün” olarak benimser. “Böyle gelmiş böyle gider.” Yeniliğin ve gelişmenin katili devrededir artık.
KİTLE NASIL YÖNETİLİR
Yedinci başkanın iş başında olduğu döneme gelindiğinde şehir aslında geçici bir durak olduğunun işaretlerini vermeye başlamıştır. Tek enerji kaynağı olan dev jeneratör sık sık arızalanmaktadır. Toprağın giderek verimsizleştiği şehir kıtlık tehlikesi ile de karşı karşıyadır.
Film uyarlamasında Bil Murray’in müthiş bir performansla canlandırdığı başkanın bu esnadaki en önemli derdi ise “Şarkı Günü” vb. şenlikleridir. Elektrik kesintilerinin giderek sıklaşması üzerine yaptığı konuşmalarda bile şenliklerin mutlaka yapılacağını vurgulamaktan çekinmez. İnsan ister istemez İspanya diktatörü Francisco Franco’nun futbolu kastederek söylediği “Milyonları yüz binlik beşiklerde uyuttum.” sözünü hatırlıyor.
Bıkkınlık ve korku içindeki kitleleri mutlaka meşgul etmelisiniz. Bunun için ya daha büyük korkuları kullanırsınız ya da uyuşturan eğlenceleri. Umut ve “büyük işler yapma isteği” yok oluncaya dek bunu sürdürmek şarttır. Ta ki öldürücü alışkanlık ve öğrenilmiş çaresizlik iyice yerleşsin.
BOŞUNA DİRENMİYOR BU GENÇLER
Fakat bütün kötü yönetimlerin bir baş belası vardır: Alışkanlık ve öğrenilmiş çaresizlik tarafından kirletilmemiş olan gençler… Bir torbanın içinden hayatlarının geri kalanı boyunca yapacakları işi seçen gençlerin çoğu talihinden şikâyetçidir aslında.
Filmi izledikçe; otorite, yolsuzluk, korku, uyutulmuş toplum, umutsuzluk gibi bir toplumu içten tüketen birçok tanıdık unsura denk geleceksiniz. Bunca kötülüğün karşısında ise sadece “umut” vardır. Genç, saf ama korkusuz iki çocuğun umudu… Zaten hep öyle değil midir?