Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti arasında imzalanan anlaşma sonrasında ne oldu? AB ve ABD hangi hamleleri yaptı? İş nereye gidiyor?
FATİH YURTSEVEN
BOLD ANALİZ
Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi Ne Bekliyor?
Türk kamuoyu bugünlerde Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti (UMH) ile imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşması konusunda yoğun propagandaya maruz kalıyor. Bu anlaşma ile Doğu Akdeniz’de oyunun bozulduğu, gelecek kuşakların haklarının teminat altına alındığı, siyasi üstünlüğün ele geçirildiği, uluslararası hukuka uygun olarak haklarımızın teminat altına alındığı, söyleniyor. Peki, bu konuda gerçekler ne söylüyor?
Doğu Akdeniz’de siyasi ve askeri üstünlük kimde?
Bir ülke küresel veya etkili bir bölgesel güç değilse, o ülkenin kendi hak ve menfaatlerini korumak için yapması gereken şey, küresel ve bölgesel güçler ile koalisyon kurmak veya kendisine karşı kurulan koalisyonları zayıflamaktır. Türkiye’nin UMH ile yaptığı anlaşma bu noktada tam tersi bir sonuç doğurdu.
Sıralayalım:
-İtalya ve Fransa gemileri ile İsrail F-35’leri Güney Kıbrıs’a destek için Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)’de tatbikat yaptı.
-ABD Dışişleri Bakanlığı yapılan anlaşmayı yararsız ve kışkırtıcı olarak nitelendirdi.
-Daha önce sondaj faaliyetleri nedeniyle yaptırım uygulama kararı alan AB ise, mutabakatın üçüncü ülkelerin egemenlik haklarını ihlal ettiğini, deniz hukukuna aykırı olduğunu ve üçüncü taraflar için hukuki bir sonuç doğurmayacağını dile getirdi.
-Yunanistan Türkiye’ye karşı diplomatik atak başlattı, Libya’da General Hafter hükumetini desteklemeye karar verdi.
-Mısır ve Yunanistan halen devam etmekte olan MEB sınırlandırma anlaşması için görüşmeleri hızlandırmaya konusunda mutabık kaldılar.
-ABD Senatosu 20 Aralık tarihinde “Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve Enerji Alanında İş birliği” kanun tasarısını kabul etti. Buna göre, ABD için Doğu Akdeniz’de Yunanistan müttefik, İsrail sarsılmaz ortak, Güney Kıbrıs ise kilit stratejik ortak olarak adlandırılıyor. Tasarıda Doğu Akdeniz’de Enerji güvenliği için bütün tehditlerin bertaraf edileceği ve Doğu Akdeniz Enerji Güvenlik Merkezi’nin kurulacağı ifade ediliyor.
Türkiye bu koşullar altında kendisine karşı daha oluşturulan koalisyonu zayıflatamadığı gibi, aksine daha da güçlenmesine neden oldu. Bu durumda siyasi üstünlüğün Türkiye olduğunu iddia etmek çok doğru olmasa gerek.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Arasına kama sokuldu mu? Eastmed Boru Hattı Engellendi mi?
İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında Eastmed boru hattının inşasına yönelik 2 Ocak 2020 tarihinde anlaşma imzalanacak. MEB söylenildiğinin aksine kıyı devletine karasuları üzerinde olduğu gibi egemenlik hakkı tanımıyor. Sadece kaynakların ekonomik olarak işletilebilmesi için, egemen haklar tanıyor. Her ülke kıyı devleti tarafından yapılan çevre koruma düzenlemesine uymak kaydıyla, MEB’de boru döşeme hakkına sahip. Türkiye EastMed boru hattının kendi MEB’inden geçerken sadece birtakım çevre düzenlemelerine uymasını talep edebilir.
Türkiye 2003 yılından itibaren Güney Kıbrıs’ın; sırasıyla Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı anlaşmaları, kendisi açısından hak kaybına neden olduğu, Güney Kıbrıs’ın adanın tamamını temsil etme hakkı olmadığı gibi gerekçeleri öne sürerek kabul etmiyor. Ancak, UMH ile anlaşma imzalayarak Yunanistan adalarına sınır belirleyerek daha başlangıçta kendi argümanları ile ters düşüyor. Bu şartlar altında iç kamuoyuna yönelik “oyunu bozduk, araya kama soktuk” gibi hamasi söylemler de hava da kalıyor. Zira, bu tür söylemler uluslararası toplum için bir anlam ifade etmiyor.
Türkiye’nin Yaptığı Anlaşma Uluslararası Hukuka uygun mu?
Deniz Yetki Alanlarına yönelik uluslararası hukukun temel metni Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS). Bu sözleşmede deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik somut bir kriter yok. Hakkaniyet ilkesine aykırı olmamak kaydıyla eşit uzaklık ilkesi uygulanabilir. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve diğer uluslararası mahkemeler kriterlere yönelik oluşan boşluğu, verdikleri kararlar ile doldurmaya çalışıyorlar. Şu ana kadar 20’den fazla karar verildi, 17 prensip belirlendi, 7’den fazla paylaşım metodu geliştirildi. Ancak mahkemeler bunları belirlerken, her bölgenin kendine has özellikleri olabileceğini, hakça ilkelerin mutlaka dikkate alınması gerektiğini de ifade ediyorlar.
Türkiye 2011 yılında KKTC ile sınırlandırma anlaşması imzaladı. Bu anlaşmada paylaşım nasıl yapıldı, bu konuda bir açıklama bulunmuyor. Türkiye Doğu Akdeniz ve Ege’de adaların sadece karasuları olması gerektiğini söylerken, KKTC ile anlaşma imzalayarak kendi argümanlarını yanlışlıyor.
Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılmasında uluslararası hukuk, anlaşmanın ilgili tüm devletlerin katılımıyla yapılabileceğini söylüyor. Türkiye ve Libya arasında bir anlaşmaya konu olabilecek karşılıklı kıyıların varlığı, ancak Girit ve Rodos Adalarına, sadece karasuları kadar bir alan bırakılmasıyla mümkün oluyor. UAD’nın daha önce verdiği kararlar çerçevesinde Rodos ve Girit Adaların büyükleri ve konumları dikkate alındığında, bu adalara karasuları kadar bir hak tanınması çok kabul edilebilir bir durum değil. Sonuçta; Yunanistan anlaşmaya taraf olmadığı için anlaşmanın meşruiyeti herkes tarafından sorgulanıyor.
Uluslararası Hukuk açısından bir anlaşmanın geçerli olabilmesi için, bu anlaşmanın meşru otoriteler tarafından yapılması ve ilgili ülkelerin iç hukuk mekanizmalarınca onaylanması gerekiyor. BM meşru hükumet olarak Ulusal Mutabakat Hükumeti’ni tanırken, Tobruk’taki Libya Temsilciler Meclisi’ni de “Libya’nın meşru meclisi” olarak kabul ediyor. Suheyrat Anlaşması uluslararası anlaşmaları yürütme görevini hükümete veriyor. Ancak anlaşmaların Temsilciler Meclisi tarafından onaylanması gerekiyor.
Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih hem BM Genel Sekreterine hem de Arap Ligi Genel Sekreterine birer mektup yazarak Türkiye ile yapılan anlaşmaların geçersiz sayılmasını, Ulusal Mutabakat Hükumetinin bundan sonra meşru hükumet olarak tanınmamasını istedi. Bu şartlarda her gün iç politikaya yönelik yapılan propagandanın aksine, Türkiye’nin uluslararası topluma, yapılan anlaşmayı meşru bir anlaşma olarak kabul ettirmesi zor görünüyor.
Bundan sonra ne olabilir?
Türkiye elinde onca haklı argüman varken, UAD kararları Türkiye’nin lehine iken ve tezlerini desteklerken, denkleme en zayıf olduğu yerden girmeye çalışarak, büyük bir stratejik hata yaptı. Libya’da geleceği belirsiz, meşruiyeti her geçen gün tartışmalı hale gelen bir hükumet ile anlaşma imzaladı. Türkiye bundan sonra söylemlerinin arkasında durmak ve anlaşmayı fiiliyatta da mümkün kılmak için, araştırma gemilerini savaş gemileri refakatinde Girit’in güneyine gönderebilir. Yunanistan fiili durumun oluşmasını engellemek için savaş gemileri ile araştırma gemilerine önleme yaparak bölgede tansiyonun yükselmesine neden olabilir.
Fransa ve İtalya daha önce ihalesini kazandıkları parsellerde yapılacak araştırma ve sondaj faaliyetlerine savaş gemileri ile destek verebilir. Özellikle Türkiye’nin hak iddia ettiği sahalarda yapılacak faaliyetler gerginliğin tırmanmasında neden olabilir.
Sonuç olarak şuan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de içerisine düştüğü durum diplomasi akademilerinde ders olarak okutulmaya aday bir saha çalışmasıdır. Bir ülkenin birçok haklı argümanı varken, en zayıf argümanını sahaya sürmesinin, diplomatların konuşması gereken yerde askerlerin konuşmasının ne tür zararlara sebebiyet verebileceğini maalesef yaşayarak hep birlikte göreceğiz.