15 Temmuz’da avukatların tüm ısrarlarına rağmen mermilerde balistik inceleme yapılmadı. Benzer yöntem 5’i çocuk 17 kişinin öldürüldüğü Digor’da da kullanılmıştı.
BOLD – 1993 yılı Türkiye’de pek çok karanlık olayın yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Dönemin önemli olaylarından biri de Kars’ın Digor ilçesinde yaşandı. PKK’nın yeni örgütlenme alanı olarak ilan ettiği Kars’ta devlet güçleri tarafından halka dönük ani ve ağır baskılar başladı. Köylerin toplu halde korucu olması için yapılan baskıyı, ardından gözaltılar, karakollarda işkenceler izledi. Süresiz arama kararlarıyla köy evleri aralıksız baskına uğramaya başladı. Özel Harekat Polisleri, sarp bir doğası bulunmayan Kars’da özellikle çok etkiliydiler. 14 Ağustos 1993’te birkaç köyden toplanan kalabalık, uğradık baskıyı protesto etmek için Digor ilçe merkezine doğru yürüyüşe başladılar. Sivillerin üzerine açılan ateş sonucu çocuk, genç ve yaşlı 17 kişi yaşamını yitirirken, 200’den fazla kişi yaralandı. Üzerinden 27 yıl geçen geçen dosya adım adım kapatılarak zaman aşımına uğratıldı. Yargılanan özel harekat polisleri cezasız kaldı. Yargılamada en kritik delil, öldürülen ve yaralanan kişilerin üzerinden çıkan mermi çekirdekleri ve etraftaki kovanlardı. Ancak yargılama aşamasındaki tüm ısrarlara rağmen bu deliller balistik incelemeye gönderilmedi. Aynı şey 15 Temmuz’da yaralanan ve hayatını kaybedenlerle ilgili de yaşandı. Avukatların ısrarına rağmen başta Boğaziçi Köprüsü olmak üzere pek çok yerde silahlarda balistik inceleme yapılmadı.
BİR MİLLETVEKİLİNİN ANLATIMIYLA
Olayın gerçekleştiği dönemde milletvekili olan Mahmut Alınak, milletvekillerinden oluşan bir heyetle bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Olayı Meclis’te olduğu sırada duyduğunu ve hemen bir heyet olarak Digor’a gittiklerini anlatan Alınak, “Digorlu bir tanıdığım arıyordu. Telaşlıydı. Özel timin Digor’da halka ateş ettiğini, birçok ölü ve yaralı olduğunu söyledi. Yaralılar Kars ve Erzurum devlet hastanelerine kaldırılmışlardı. Kars devlet hastanesini ablukaya alan polisler yaralılara kan vermek isteyenleri engelliyorlarmış. Benden duruma müdahale etmemi istiyordu. Telefonda bağırış çağırış sesleri ve kadın çığlıkları geliyordu. Ben hemen Kars valisini aradım. Vali, halkın Zıbini köyü yönünden ilçe merkezine doğru yürüyüş yaptığını, PKK’lilerin ateş açması sonucu güvenlik güçlerinin karşılık verdiğini ve bu çatışmalar sırasında bir kişinin öldüğünü, sekiz on kişinin de yaralandığını söyledi. Ardından Digor’dan bir iki kişiyle telefon bağlantısı kurdum. Aldığım haberler valinin söylediklerinin tam tersiydi. Görüştüğüm insanlar karşılıklı bir çatışma olmadığını, özel timlerin kalabalığın üstüne göz göre göre ateş ederek onlarca kişiyi öldürdüklerini ve yüzlercesini de yaraladıklarını söylediler” dedi.
VALİ ÖZEL TİMLERE GÜÇ GETİREMİYORDU
Gözaltına alınanlara işkence edildiğinin kendilerine iletildiğini belirten Alınak, şöyle devam etti: “Bir heyet oluşturup ertesi gün Digor’a gitmeye karar verdik. Heyette dönemin milletvekilleri Selim Sadak, Sırrı Sakık, Muzaffer Demir, Ali Yiğit ve ben görev aldık. Gözaltında olanlara işkence edildiği haberleri geliyordu. Polis amirleri telefonlarımıza çıkmıyordu. Ben de valiyi arıyordum. Vali özel timlere söz geçiremiyordu. Ertesi gün yanımızda bir grup gazeteciyle birlikte uçakla Erzurum’a hareket ettik. Erzurum’dan karayoluyla Kars’a gittiğimizde akşam olmuştu. Erzurum’dayken randevu aldığımız Vali bizi odasında bekliyordu. Emniyet müdürü de oradaydı. Valiyi acı bir çaresizlik içinde bulduk. Vali yalan söylemeyi beceremeyen dürüst bir bürokrattı. Olup bitenler hakkında bilgilendirilmemiş ve her şey kendisinden saklanmıştı. İliştiği makam koltuğunda iki büklümdü. Sorularımıza cevap veremiyordu, açıkça söylemese de kurduğu cümlelerden cinayetin özel timler tarafından işlendiği anlaşılıyordu. Emniyet müdürü ise yayıldığı koltukta bir yalan makinesi gibi çalışıyordu. Sorularımıza verdiği cevaplar çelişkilerle doluydu. ‘PKK ateş etti, güvenlik güçleri de karşılık verdi’ diyerek, devlet güçlerine toz kondurmuyordu. Aramızda gergin tartışmalar oldu.”
DİGOR’DA ÖLÜM SESSİZLİĞİ VARDI
Valinin odasından cevaplanmamış çokça soruyla ayrıldıklarını belirten Alınak, “Ardından Kars Devlet Hastanesi’ndeki yaralıları ziyaret ettik. Hastane tıklım tıklım hasta doluydu. İnsanların hepsi kurşunla yaralanmıştı. Polis hastanede bize adeta nefes aldırmıyordu. Her saniyemizi kameraya alıyorlardı. Güvenlik gerekçesiyle yapıldığı söylenen bu çekimlerin insanları korkutma amacı taşıdığı açıktı. Hastaneden çıktıktan sonra polisin tehditkâr nefesini yine ensemizde hissederek Digor’a gittik. Digor ölüm sessizliği içindeydi. İnsanlar dükkânların camekânlarından korku dolu gözlerle bize bakıyorlardı. Ben Şırnak milletvekiliydim, ama Digorluydum. Digorluların yanımıza gelmek istediklerini biliyordum, ama gelmeye çekiniyorlardı. Bir dehşet havası çöreklenmişti şehrin üstüne. Polis kameraları Digor kaymakamının makam odasında da çalıştı. Kaymakamın odasını işgal eden polisler kaymakama bile güvenmiyor ve onunla yaptığımız görüşmeyi de kameraya kaydediyorlardı. Biz şiddetle buna karşı çıktık. Polislerle sert tartışmalarımız oldu. Kaymakam çaresizlik içindeydi, polislerden korkuyor, onları odasından dışarı çıkaramıyordu. Kaymakamdan ümidimizi kesince valiyi aradık. Kamera çekimleri ancak valinin müdahalesi ile durdurulabildi. Polisler çekimi durdurdular ama tüm çabamıza rağmen yine de dışarı çıkmadılar” dedi.
NE ASKER NE PKK’LI YARALI YOKTU
Yaptıkları görüşmelerden sonra köylere geçtiklerini anlatan Alınak şöyle devam etti: “Emniyet müdürü akşam bize PKK’lilerin olayın olduğu yerin arkasındaki yüksek bir tepeden ateş ettiğini söylemişti. Bu durumda PKK’lilerin, özel timlerin içinden ateş açmış olması gerekirdi. Çünkü olayın tanıkları sözü edilen tepenin devlet güçlerince kuşatıldığını ve o bölgede kuş dahi uçurtulmadığını söylüyorlardı. PKK’lilerin devlet güçleri içinden ateş açması mümkün olmadığına göre, fail belliydi. Ayrıca emniyet müdürünün iddia ettiği şekilde PKK’nin ateş açması ve devlet güçleri ile PKK arasında silahlı bir çatışmanın olması halinde, devlet güçlerinden ve PKK’lilerden de ölen ya da yaralananların olması gerekirdi. Oysaki ne PKK’lilerden, ne de devlet güçlerinden ölü ya da yaralı vardı. Bu çelişkiyi sorduğumuz Kars valisi bizden gözlerini kaçırmıştı. Görgü tanıkları ve mağdurlar özel timlerin topluluğa hedef gözeterek ateş ettiklerini söylüyor ve devlet güçleri ile PKK’liler arasında herhangi bir çatışmanın olmadığını belirtiyorlardı.”
“DAHA ÇOK FATİHA OKUYACAKSINIZ”
Alınak köyleri gittiklerinde polislerin kendilerine yönelik tehditlerini ve sonrasında yaşananları ise şöyle anlattı: “Digor’dan köylere hareket edeceğimiz sırada bir özel tim, ‘Daha çok Fatiha okuyacaksınız. Gerekirse Meclis’i basar, Meclis’ten kelle alırız’ diyerek, bizi tehdit etti. Bazı yaralılar, özel timlerin olaydan sonra dipçiklerle kendilerini öldürmeye kalkıştıklarını, ancak jandarma yüzbaşısı ile kaymakamın müdahalesiyle öldürülmekten kurtulduklarını söylediler. Ölü ve yaralılar Zibini, Zixçî, Mewreg, Nexwşan, Kızılkule, Püfik, Başköy ve Baceli köylerindendi. Bazı yaralılar cezaevine atılma endişesiyle hastanelere başvurmamış, evlerinde tedavi olmaya çalışmışlardı. Birçok ölü ve yaralılar ibret olsun diye ayaklarından panzere bağlanıp yerde sürüklenerek şehre getirilmişlerdi. Yürüyüşe katılan ve katliamı sıcağı sıcağına yaşayanlar plânlı bir katliam ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekiyorlardı.”
13 YAŞINDAKİ KIZI DA HAYATINI KAYBETTİ
Şimdi 80’ine giren Mirza Çağdavul, yürüyüşün yapılacağı sabahı şu sözlerle anlattı: “Evlendikten 11 yıl sonra bir kızım oldu ve ismini Selvi koydum. Kızım doğduğunda, ilk dişi çıktığında, bana ilk su getirdiğinde onun için bir kurban adadım. Benim kızıma olan sevgim bu bölgede dillere destandı. Katliamın sabahı kızıma rengarenk ve en güzel elbiseleri giydirdik ve alana gittik. Kızım benden ayrılarak yürüyüşün en önüne geçti ve bir anda ateş açıldı. Yürüyüşteki herkes sağa sola koştururken ben yürüyüşün en önüne doğru koşuyordum. Çünkü kızım en öndeydi ve onu kurtarmak istedim. Ama kızım orada katledilmişti. Kızımı o kadar çok seviyordum ki doğan torunuma onun adını verdim ama torunuma kızımın hikayesini hiç anlatmadım üzülmesin diye.”
Yürüyüşün öncesinde askerlerin günde en az iki kez evini basarak arama yaptıklarını, aramalar sırasında değerleri eşyalarına el koyulduğunu ve bu durumun artık bir göçertme politikasına döndüğünü vurgulayan Çağdavul, asıl olarak bu durumu protesto etmek için yürüyüş yaptıklarını dile getirdi. “O gün cehennemi yaşadık” diyen Çağdavul, yaşananları unutamadığını ifade etti.
YARGI SÜRECİ
Mahmut Alınak önderliğindeki milletvekili grubu 23 Ağustos 1993 tarihli ayrıntılı bir raporu Meclis Başkanlığı’na, Başbakanlığa, Adalet Bakanlığı’na ve birçok kuruluşa gönderdi.
Çevrede bulunan yüzlerce mermi kovanı ve ölü ve yaralılardan çıkan mermi kovanları en önemli delillerdi. Mermiler üzerinde balistik inceleme yapılmadı. Mahmut Alınak’a göre, mermileri atan uzun namlulu silahların hepsi devlete kayıtlı olan silahlardı ve inceleme bu nedenle yapılmadı.
Soruşturmada sadece 8 polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi, 2004 yılında “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine Türkiye 2006 yılında davayı karara bağlayarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Mahkemeye yazılı savunma gönderen polisler sürekli kitle içerisinden kendilerine roketatarlarla ateş açıldığını iddia etti. Ancak katliam sonrası yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğunu dair hiçbir delil bulunmadı. Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkum etti.