Hukuk dışı kararlarla mağdur edilen gazeteci, yazar, insan hakları savunucuları, maruz kaldıkları olayları “Türkiye’den Yargısal Taciz Öyküleri” belgeselinde anlattı.
BOLD – Türkiye’de eleştirel ifadeleri ya da haberleri nedeniyle soruşturma, yargılama, ceza ve hatta uzun süreli tutuklamaya maruz kalan gazeteciler, akademisyenler ve insan hakları savunucularının yaşadıklarına ışık tutmayı hedefleyen “Türkiye’den Yargısal Taciz Öyküleri” adlı bir belgesel hazırlandı. Haber sitesi P24’ün Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Expression Interrupted projesi kapsamında hazırlanan belgesel Platform 24 adlı Youtube kanalında yayınlandı.
Videoda sırasıyla İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Başkanı Eren Keskin, yargı muhabiri Canan Coşkun, belgesel sinemacı Çayan Demirel, gıda mühendisi Bülent Şık, gazeteci Murat Aksoy, Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, gazeteci Seda Taşkın, 2015’ten beri tutuklu bulunan gazeteci Mehmet Baransu’nun eşi Nesibe Baransu ve insan hakları savunucusu, Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile yapılan röportajlara yer veriliyor. Röportajlarda yargı eliyle yürütülen ve tacize dönüşen cezalandırma süreçlerinin kişisel yaşamlara olduğu kadar Türkiye’de genel olarak ifade ve basın özgürlüğüne dönük etkileri anlatılıyor.
“BU KADAR FÜTURSUZCA TUTUKLAMA YAPILMIYORDU”
Eren Keskin (Avukat, insan hakları savunucusu): “1990’ların başında insan hakları mücadelesine başladım. O tarihten bugüne kadar da hakkımda birçok dava açıldı. Birçok kez tehdide, silahlı saldırıya maruz kaldım. O dönemle bu dönemin farkı şu: Bu kadar fütursuzca tutuklama kararları verilmiyordu. Hakkınızda dava açılıyordu. Kendisini radikal bir biçimde savunabiliyordunuz. Ancak ceza alır ve ceza onanırsa cezaevine giriyordunuz. Ben de 6 ay cezaevinde kaldım. Hapisteyken de ben hep şunu düşünürdüm. Ben kimseye zarar vermedim, bir şey yapmadım. Sadece farklı düşündüğü için bir insanı hapsetmek çok korkunç bir şey. Hele ki bu çağda akıl almaz bir şey.”
“ADLİYE BİR SEYİRCİ, BİR SANIK SIRASINDASIN”
Canan Coşkun (Gazeteci): 2012’de Cumhuriyet gazetesinde adliye muhabirliğine başladım. Siyasi ceza davalarını takip ettim. Cumhuriyet’ten ayrıldım ama adliyeden kopamıyorum. Hukuksuzluk ve adaletsizlikler orada yaşandığı için olan bitenlere tanıklık etmek gerekiyor. 2014’te ben de yargılanmaya başladım. Adliyede dava takip ediyorsunuz. Bir seyirci sırasındasın, bir sanık sırasındasın. Bir gün önce dava takip ettiğin salonda ertesi gün yargılanıyorsun. Rabia Naz’ın öldürülmesini takip ederken gözaltına alındık. Her şeye el konuldu. Yurt dışına çıkış yasağı konuldu. burada aslında sadece emniyetin yaptığı tacizinden değil, yargı makamlarının tacizinden de bahsetmek gerekir. Bize yurt dışı yasağı koyan hakimin tavrının gerçekten incelenmesi gerekir. AKP dönemi yargısının mahkeme salonlarında nasıl vücut bulduğuna dair çok iyi bir örnektir.”
“EVE KONAN HACZİ VERGİ DAİRESİNE GİDİP ÖDEYEMEDİM”
Nesibe Baransu (Mehmet Baransu’nun eşi): “En demokratım diyen insanlar bile bu dönemde tamamen ideolojik yaklaştılar. Dışarıdaki aileler de açık cezaevinde yaşadıklarını hissediyorlar. bunu bana hissettiren gerçek nedir? Benim bir mesleğim varken çalışamıyor olmak. Belli bir dönem sağlık sorunum varken sigortamı yaptıramıyor olmak. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyken, bu topraklar sağlık sorunu yaşıyorken sigortamı yaptırıp bu devletin vatandaşına sunduğu imkandan faydalanamayayım? Tutuklu değilim, hükümlü değilim. hakkımda herhangi bir soruşturma yok. Hakkımda herhangi bir suçlama yok. Belediyeye gidip emlak vergimi dahi ödeyemedim. Evime haciz kondu, vergi dairesine gidip haczimi ödeyemedim. İşlem yamadım devlet dairelerinde. Kısıtlı olarak göründüm. Neden? Eşinizden dolayı kısıtlısınız. Ben 6 ay Eminönü Hisar Vergi Dairesinde yargı borçlarından dolayı evime konan haczin bedelini ödemek için 6 ay mücadele verdim. Gerekçe yok. Sadece bana ‘TC numaranızı girdiğimiz zaman kırmızı bir ibare yanıyor.’ dediler.”
“BÜTÜN BASKILARA RAĞMEN ESKİ AĞIR CEZA MAHKEMELERİ BÖYLE DEĞİLDİ”
Şebnem Korur Fincancı (Doktor, İnsan hakları savunucusu): “Eski ağır ceza mahkemeleriyle şimdikileri düşünüyorum, inanılmaz bir fark var. Bir yargılama işliyordu o dönemde. Akılcı olan, bilimsel ilkeler uygun, insanların ifade özgürlüğünü önemseyen bir durum vardı. Bütün baskılara ve zorluklara rağmen böyleydi. O yıllarda da baskı vardı. Örneğin bir polisin meslektaşımızı rapor alırken silahla tehdit ettiğine dair bir bilgi paylaşılmıştı. Ben de bu bilgiyi basınla paylaşmıştım. O zaman Milliyet gazetesi bunu haber yapabiliyordu. Mahkeme de bunu ‘herhangi bir suç unsuru yok, mesleki anlamda bilgilendirme içermektedir, uyarı niteliğindedir’ gibi beni destekleyen bir biçimde sonuca bağlıyordu, beraat verebiliyordu. Günümüzde toplumsal olayları haberleştiren gazeteciler içeri alınıyor. Helikopterde atılanları haber yapanların tutuklanması gibi.”