Sincan 1 Nolu L Tipi Cezaevinde kapalı devre bir hukuksuzluk sistemi kuruldu. Adının açıklanmasını istemeyen bir tutuklu tarafından yazılan, Bold Medya’nın ulaştığı mektuba göre içerideki yüzlerce insan, görevini kötüye kullanan bazı memurlar tarafından çaresizliğe ve işkenceye mahkum ediliyor.
SEVİNÇ ÖZARSLAN | BOLD ÖZEL
Sincan 1 Nolu L Tipi Cezaevinde sistematik işkenceye varan hak ihlalleri, psikolojik baskı ve görevi kötüye kullanma olayları yaşanıyor.
Güvenlik gerekçesiyle adının açıklanmasını istemeyen bir tutuklunun yazdığı mektuba göre, özellikle bazı memurların başını çektiği bir grup, yasa ve yönetmelikleri hiçe sayarak ve alenen bunu dile getirerek hapisteki insanlara haksız ve hukuksuz muamelede bulunuyor.
Daha vahimi, bu hukuksuzlukları dile getiren veya adli mercilere taşımak isteyen mahpuslar, ziyarete gelen ailelerine kadar baskı ve psikolojik zorbalığa maruz kalıyor.
Başmemur Muhittin’in tutuklulara eziyet etmekten zevk aldığı ifade edilen mektupta, sabah-akşam sayımlarında aşağılanan, kitap okuma hakları engellenen mahpusların dilekçeleri ortadan kayboluyor. Hakkını aramakta ısrarcı olanlara ise kamerasız odalarda baskı yapılıp Van, Diyarbakır gibi uzak illere sevk ediliyor, koğuşları dağıtılıyor, özel eşyalarına da el konuluyor.
28 kişilik koğuşlarda 45 kişi yaşamaya mecbur bırakılan tutukluların yaşam hakları da tehlikeye atılıyor. Hastalar yerlerde yatıyor. Acil butonuna basan hastalar ise azarlanıp dalga geçiliyor.
Mektupta isimleri verilen; başmemur Muhittin, kütüphaneden sorumlu memur Mustafa, bilgisayar/cd inceleme dershanesinden sorumlu esmer, 1.65 boylarında yine Mustafa isimli bir memur ve Burak isimli başka bir memurun yaptığı hak ihlalleri şöyle:
BEĞENMEDİKLERİ DİLEKÇELERİ YOK EDİYORLAR
Türkiye’nin diğer birçok cezaevinde de olduğu gibi Sincan L-1 Cezaevinde tutuklu ve hükümlüler sistematik bir şekilde psikolojik şiddete maruz bırakılmakta ve en temel anayasal haklarından bile mahrum edilmektedir. Özellikle bazı memurların başını çektiği bir grup (Başmemur Muhittin, kütüphaneden sorumlu memur Mustafa, bilgisayar/cd inceleme dershanesinden sorumlu esmer, 1.65 boylarında yine Mustafa isimli bir memur, Burak isimli, uzun boylu bir memur) yasa ve yönetmelikleri hiçe sayarak ve alenen bunu dile de getirerek cezaevindeki insanlara haksız ve hukuksuz muamelede bulunmaktadır. Ancak bundan çok daha vahim olan, bu hukuksuzlukları dile getiren veya adli mercilere taşımak isteyenlerin maruz kaldığı sistematik baskı ve psikolojik zorbalıktır.
BAŞKA CEZAEVLERİNE SÜRGÜN, EŞYALARA EL KOYMA, KOĞUŞU DAĞITMA
En başta, bu hak ihlalleri ile ilgili savcılık ve mahkemeye başvurmak isteyenlerin dilekçelerinin yok olması (!) mevzuu geliyor. Verilen dilekçeler, her ne hikmetse (!) ilgili makamlara gönderilmemektedir. Dilekçeler sabah sayımlarında ceza infaz memurları tarafından elden toplanmakta, ‘beğenilmeyen’ dilekçeler, ilgili birime iletilmeden önce bazı memurlar tarafından ‘ayıklanmaktadır’. Tabii, bu şikayet dilekçeleri, ilgili yerlere gönderilmedikleri için, dilekçe sahipleri bu dilekçelerin sonucunu öğrenmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar dilekçe yazarsa yazsın cevap verilmeyerek hem dilekçeler hem de bunları yazanlar yok sayılmakta ve böylece tutuklu/hükümlüler çaresizlik psikolojisine mahkum edilmektedir.
Hak aramakta ısrarcı olunduğunda ise, koğuş değişikliği, daha ağır şartlardaki cezaevlerine sevk ya da memurların duyduğu rahatsızlıkları dile getirme yöntemlerinden biri olan koğuş aramadaki keyfi muamelelere; kantinden parasıyla satın aldığınız eşyalara el konması veya yatağınızın ve kıyafetlerinizin dağıtılması gibi eziyet ve işkencelere maruz kalınmaktadır.
KAMERASIZ ODALARDA TEHDİT, BASKI
Bunun öncesinde, şikayetçi kişiler için yukarıda bahsi geçen her iki Mustafa isimli memurun da bulunduğu bir grup ceza infaz koruma memuru tarafından, ‘şikayette ısrarcı olmanın kendisi için iyi sonuçlar doğurmayacağı, başının ağrıyacağı, hatta Van, Hakkari gibi ailesinden uzak şehirlere sevk edilebileceği – ki daha önce idare ile sorun yaşayan bir tutuklu önce Sincan Yüksek Güvenlikli Cezaevinde, oradan da, ailesi Ankara’da yaşamasına rağmen Van Yüksek Güvenlikli Cezaevine gönderilmiştir – şeklinde tehditlerle karşılaşmaktadır. Bu işleri yapan memurlar, bu yoğun psikolojik baskı ve tehditlerin kamerasız ortamda ve diğer tutuklu/hükümlülerin olmadığı bir yerde yapılmasına azami dikkat etmektedir.
ZİYARETE GELEN AİLELERE KÖTÜ MUAMELE YAPILIYOR
Sincan L-1 Cezaevindeki bu sistematik ve planlı kötülük düzeni, artık o kadar alışılmış ve normalleştirilmiş hale getirilmiştir ki, birçok tutuklu ve hükümlü hakkını aramaktan korkar hale gelmiştir. Yapılanlar sadece şikayetçi olanlarla sınırlı kalmamakta, ziyarete gelen aile ve yakınlara da kötü davranılmaktadır; azarlamaya varan bağırıp çağırmalar, görüşlerin yasayla belirtilen süresinden önce ve kapı pencerelerin yumruklanarak, kadın ve çocukların olduğu bir ortamda aşağılayıcı şekilde bağırılarak bitirilmesi artık neredeyse normalleşmiştir. Bu gibi hareketler belli başlı memurlar tarafından yapılmakta olup, bunlardan biri 1.75 boylarında, beyaz tenli, 28-30 yaşlarındaki memur şahıstır.
Bu mide bulandırıcı düzenden kurum müdürlerinin haberinin olmaması mümkün değildir. Sincan L-1 cezaevinde kapalı devre ve illegal bir hukuksuzluk sistemi kurulmuş, içerideki yüzlerce insan, görevini kötüye kullanan bir grup memur tarafından çaresizliğe ve işkenceye mahkum edilmiştir. Şikayetçi olunan kişiler, şikayet dilekçelerinin teslim edildiği şahısların ta kendisi olunca ve bu durum hiyerarşik bir şekilde örtbas edilince bu sonuç kaçınılmaz olmuştur.
Böyle adaletsiz bir ortamda, her türlü kötü muamele adeta normalleşmektedir. Zaten, bu kirli işleri gören bir kısım memurun “Git kime şikayet edersen et” demesi de bu yüzdendir.
28 KİŞİLİK KOĞUŞLARDA 45 KİŞİ KALIYOR
Cezaevinde bulunan insanlar ve aileleri geri dönüşü olmayan mağduriyetlere uğratılmaya deva edilmektedir. İşkence, psikolojik şiddet ve baskı ile insan onuruyla bağdaşmayan her türlü kötü muameleyi de içeren insanlık dışı ve yüz kızartıcı bir suçtur ve herhangi bir zaman aşımı da yoktur. Bu işkenceci şahıslar, görevini layıkıyla yapan az sayıdaki memuru tenzih ederek, belli ki vicdan denen ve insanı onurlu kılan bir meziyetten mahrumlar, yine de, ileride tüm insanların ve de kendi çocuklarının gözünde ‘işkenceci’ sıfatıyla anılacak olmaktan nasıl tiksinmediklerini anlayabilmek mümkün değildir.
Aslında, neredeyse bütün cezaevlerinde, özelde ise Sincan L-1 Cezaevi’nde daha birçok temel anayasal hak ihlali yaşanmaktadır. En başta yaşama hakkı.. 28 kişilik koğuşlarda 40-45 kişi kalmak zorunda bırakılmaktır. Cezaevinin inşasının en başında tek kişilik olarak planlanan kabinlerde, sonradan yapılan değişiklikle dört ranza ve dört dolap sıkıştırılmıştır. İşte bu odalarda 6-7 kişi kalmaya mecbur edilmekte ki, sadece yatakların sığması için dahi yeterli alan bulunmamaktadır, yerde yatanların dolabının olmaması da bunu cabası.
HASTA İNSANLAR YERDE YATIRILIYOR
Cezaevindeki karantina uygulaması ise akıllara zarar. 10 kişi kapasiteli koğuşa 16 kişi sıkıştırılarak zaten hasta olan insanlar yerlerde yatırılmaktadır. Hücre hapsi cezası rejimindeki gibi günlük iki saat havalandırma için avluya çıkmaya izin verilmektedir. Karantinasının son günündeki bir kişi ile ilk günündeki bir kişinin aynı havasız, haddinden kalabalık ortamda hapsedildiği düşünüldüğünde, uygulanmakta olan karantina tedbirlerinin cezaevinde bulunanların sağlığına karşı en büyük tehdit olduğu görülecektir. Birçok insan, sırf bu şartlara maruz kalmamak için, hastaneye gittiğinde karantina koğuşu adı verilen bu sağlıksız ortamda kalmaktansa tedavi olmamayı tercih etmek zorunda bırakılmaktadır.
ACİL BUTONUNA BASAN HASTALAR AZARLANIP AŞAĞILANIYOR
Muayene olma imkanı ancak haftanın sabit bir gününde tanınmaktadır, tabii o sabah dilekçe vermek koşuluyla. Sabahtan dilekçe vermemişseniz ya da muayene gününden başka bir günde hastalanmışsanız, bir hafta daha beklemek zorundasınız. Diş doktoru bulunmadığı mazeretiyle diş muayenesi aylarca bekletilmekte, hastaneye sevkleri de yapılmamaktadır. Yakın zamanda, anons sistemi üzerinden, aynı blokta bulunan dokuz koğuşun hepsinden şöyle bir olaya şahit olunmuştur: Acil durum butonuna basan bir tutuklu, önce butona bastığı için azarlanmış, dişinin ağrıdığını işaret edince, “Aç ağzını, kameraya yaklaş” şeklinde bir ifadeyle aşağılanmış ve “Bu saatte doktor ne gezsin, bir daha butona basma” denilerek çaresizliğe terk edilmiştir.
KİTAP HAKKI KEYFİ OLARAK ENGELLENİYOR
Sincan L-1 Cezaevinde cehaletin en büyük düşmanı olan kitaplara karşı ise anlaşılması gerçekten çok güç bir husumet beslenmektedir. En başta, Adalet Bakanlığı tarafından kişi başı 15 adet olarak belirlenen kitap kotası, cezaevi yönetimince 5 adete düşürülmüştür. İlgili kanun ve yönetmelikle tanınan iki ayda bir ve buna ek olarak tanınan kitap alma ve dergi edinme hakları gasp edilmektedir. Hatta kütüphane memuru olan Mustafa isimli şahıs, üstlerinden aldığı cesaretle, açıkça ‘bu hakları tanımadığını ve uygulamadığını’ söyleyecek kadar keyfi davranmaktadır.
Ayrıca, yaklaşık iki yıldır, infaz kanununda (62 ve 69 maddeler) açıkça belirtilmesine rağmen kuruma hiçbir dergi alınmamaktadır. Bu hukuksuzlukların bildirildiği kurum müdürleri de, diğer tüm meselelerde olduğu gibi bu kanunsuz davranışların arkasında durmakta, ilgili şikayetleri göz ardı ederek haksızlıklara zemin hazırlamaktadır. Adli mercilere yazılan dilekçeler ise, en başta belirtildiği üzere, çoğunlukla kurum dışına bile çıkamamaktadır.
“BAŞMEMUR MUHİTTİN EZİYET ETMEKTEN ZEVK ALIYOR”
Koğuşlarda yapılan aramalar, Başmemur Muhittin gibi tutuklu insanlara eziyet etmekten zevk alan memurlar için büyük bir ‘fırsat’ oluşturmaktadır. Kantinden alınan şahsi eşyalara el koymalar, hem de hiçbir hukuki zemin olmaksızın, çoğunlukla böyle zamanlarda yapılmaktadır. Yakın zamanda gerçekleşen bir olayda, Başmemur Muhittin, ayakkabıların koyulduğu ve kantinden parayla alınan ayakkabılıkların, amacı dışında kullanıldığını (!) iddia ederek önce kişi başı sadece bir kat ayakkabılığa (2 çift ayakkabı sığmaktadır) izin verildiğini söylemiş, kendisine hukuksuz davrandığı söylendiğinde ise bu sefer tüm ayakkabılıklara el koyup çöpe attırmıştır. Kişi başı üç çift ayakkabı ve bir çift terliğe izin verildiği ve koğuştaki yedi adet kabinden her birinde 6-7 kişi kaldığı düşünüldüğünde, bu hukuk dışı uygulamanın nasıl sağlıksız bir ortama neden olduğu ve hayat kalitesini ne kadar düşürdüğü bir nebze olsun anlaşılabilir.
SABAH AKŞAM SAYIMLARDA İNSANLIK ONURUNA AYKIRI DAVRANIŞLAR
Tutukluların infaz koruma memurlarıyla temasa geçtiği bir diğer faaliyet olan sabah ve akşam sayımları da, yine bu tip memurlar için bir ‘fırsat’ oluşturmaktadır. Kurum tarafından izin verilen kıyafetler arasında bere de olmasına rağmen, tutukluların soğuk havalarda taktıkları berelerine, Burak isimli uzun boylu bir memur tarafından keyfi bir şekilde el konulmaktadır.
Yine bir sabah sayımında Başmemur Muhittin, askerlerin olduğu koğuşlarda, bir askerlik uygulaması olan ve cezaevinde yapılmayan bir şekilde “Sağdan say” komutuyla sayım yaptırmış, ömürleri boyunca askerlik hizmetinde bulunan insanları kendince aşağılamaya çalışmıştır. Bu onur kırıcı uygulamaya tâbi olmayı reddedenler koğuşun dışına çıkarılarak başmemurluk odasına götürülmüştür. “Saymayı mı bilmiyorsun, saysana” şeklinde hakaretine böyle bir usûl olmadığı söylenince “Alın şunu” diyerek bağırmıştır. Yine Burak isimli memur, bir asker koğuşundaki sabah sayımında, tutukluları aşağılamak amacıyla, sayım düzeninde saymak yerine, kapıdan teker teker geçirerek onur kırıcı bir biçimde sayım almıştır. Bu olay, sadece o koğuş için yapılan bir uygulamayla, birkaç kere tekrar etmiştir.
Hürriyetinden yoksun bırakılan insanlar için çok küçük şeylerin bile ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini, ‘içeri’ sini tecrübe etmiş birinin tam manasıyla kavraması gerçekten zor. Avlunun üst tarafı tel örgüyle kapatıldığı için, haftada bir saat açık havaya ve halı sahaya çıkarak gökyüzünü ‘deliksiz’ görme ve spor yapma olanağı moral ve motivasyon kaynağı olmasına rağmen, haftalarca ve sebepsiz yere açık havaya çıkarılmamanın ve kapasitesinin çok üstünde sayıda insanla dolu olan kapalı ve kasvetli bir ortamda hapis içinde hapis yaşamanın ne kadar can sıkıcı olduğu anlatılamaz.
TÜM BU HUKUKSUZLUKLAR BUZDAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜ
Dahası, hukuksuz uygulamalara itiraz edildiğinde bundan caydırma araçlarının—tehdit ile beraber—ilk adımı olan, itiraz eden kişinin koğuşunun değiştirilmesi, başka cezaevine sevk edilmesi ve hatta diğerlerini de sindirmek için koğuşun tamamen dağıtılması şeklindeki uygulamaların tutuklular üzerindeki negatif etkisini tarif etmek hiç kolay değil.
‘İçerideki’ birinin koğuş değiştirmesi, ‘dışarıdaki’ birinin ev taşımasına benzer. Ancak, sadece beraber kalmaya alıştığınız insanlardan ayrılmak değil, tüm düzeninizin değişmesi söz konusu. Yalnız, bunun yaptırılmış biçiminin (çok kısa sürede ve bağırış çağırışlarla, her an ve zamansız bir şekilde) Demokles’in kılıcı gibi bir tehdit unsuru olarak kullanılması, bu yaptırımı katıksız bir eziyet unsuru kılmaktadır.
65 AYDA 20 KEZ YER KOĞUŞ DEĞİŞTİRİLDİ
65 ayda 20 kez bu şekilde yerinizin değiştirildiğini düşünün. Hayal etmesi bile hiç hoş değil. Bu arada, usulsüz bir şekilde teker teker sayım yapılan ve sanki silah altındaymış gibi sağdan saymayan kişilerin olduğu koğuşlar dağıtılmıştır. Sağdan saymayı reddeden her iki kişi de ayrıca başka cezaevine sevk edilmiştir. Yani, bu bir kısım memurların kanunsuz ve keyfi uygulamalarına itiraz etmek için önce bunları göze almak gerekiyor.
Tüm bu hukuksuzluklar, buzdağının sadece görünen yüzünü, hatta onun da yalnızca bir kısmını teşkil etmektedir. Bu organize kötülük sonucunda insanca yaşama olanağı devletin imkanları kullanılarak yok edildiği gibi temel insan haklarının ihlallerine neden olan ve suç teşkil eden uygulamaların adli mercilere ulaştırılmasına izin verilmemektedir. Cezaevinde, insanlık onurunun gerektirdiği yaşam standartlarından yoksun bırakılan binlerce kişi, hukuk by-pass edilerek devre dışı bırakıldığı için, bu meseleyi sessiz çığlıklarının elçisi olacak hakperest insanların vicdanlarına havale etmektedir.
Nusret Muğla’nın cezaevinde ölümüne tepki: Vicdanınıza nasıl sığdırıyorsunuz?