Bold Analiz/Selçuk Adıgüzel
15 Temmuz’un sekizinci yıl dönümünü geride bıraktık. Sekiz yıldan sonra geldiğimiz noktada, “15 Temmuz nedir?” diye sorulsa, kahir ekseriyetin vereceği cevap aynıdır: 15 Temmuz, Recep Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan tarafından kurgulanan, bugün rejim ortağı olduğu ülkücü gladyo ve Ergenekon’un desteğiyle uygulanan bir sahte bayrak (false flag) operasyonu, bir kendine darbe (self coup) uygulamasıdır. Amacı, yeni bir rejimin kurulması ve bu rejime engel görülen muhaliflerin tasfiyesidir ve büyük ölçüde de amacına ulaşmıştır. Büyük fotoğraf budur ve bugüne kadar bu gerçeği teyit eden 100 civarında bilgi ve belge arşivimde bulunmaktadır.
Bu büyük fotoğrafın içinde küçük bir kare ise bahsi geçen isimlerce tuzağa düşürülen, bir askeri hareketliliğin ortasında kalan ve Gökhan Şahin Sönmezateş’in ifadesiyle sayısı 100-150 civarında olan askerdir. Bugüne kadar ortaya çıkan bilgiler, 15 Temmuz’un ne olduğuna dair 3 farklı yorumu ve 3 farklı grubu ortaya çıkardı. İlk grup, Türkiye’deki rejim ve destekçileri. Israrla büyük fotoğrafın içindeki o küçük kareyi gözümüze sokarak cemaatin bir darbe yaptığını savunuyor. İkinci grup cemaat. Cemaat, büyük fotoğrafı nazara vererek bunun bir Erdoğan darbesi olduğunu savunuyor. (Belki analiz tekniği bakımından doğrusu bu. Klasik tabirle büyük resmi görüyor.) Üçüncü bir grup ise zamanında cemaat içinde bulunmuş olan veya cemaatle yolu kesişmemiş olsa bile benzer fikirlere sahip olanlar. Bu grup 15 Temmuz’un sorumlularını madalyonun iki yüzü olarak tarif ediyor, büyük fotoğraftaki o küçük kareyi resmin büyük kısmıyla aynı kefeye koymak gerektiğini savunuyor.
HUKUKEN SORUMLU TUTULAMAZLAR
Ben ‘’cemaat darbesi yoktur’’ fikrini kabul etmekle birlikte, küçük bir grup askerin “Hulusi Akar’ın başında olduğu bir harekat yürütüyorum” zannıyla bazı eylemleri olabilir diyorum. Ama bu küçük grup askerin hukuken sorumsuz olduğunu da savunuyorum. Eylemleri var ama hukuken nasıl sorumsuz olabiliyorlar? Neden böyle düşündüğümü maddeler halinde açıklayayım;
1- Evvela ülkemiz birçok darbe girişimini yaşamış ve darbe girişimine karşı hukuki içtihatların vücut bulduğu, bu olaya yaklaşımın aslında netleştiği bir ülke. Bu içtihatlar özetle bu kanunsuz girişimi planlayan (stratejik seviyedeki grubun) müebbet cezası alması, astların hafif cezalar alması veya ceza almaması temeli üzerine oturuyor. Talat Aydemir darbe girişiminde, 12 Eylül yargılamalarında bunu görmüştük. Tabii ki silah kullanma yetkileri dışında kasten öldürme suçu varsa bu ayrıca değerlendirilir. Ama konu 15 Temmuz yargılamalarına gelince, askeri öğrencisinden erine kadar müebbet verilmesi bu kararın siyasi olduğunu gösteriyor. Bu hukukun temel ilkelerinden olan kanun önünde eşitlik ilkesine aykırıdır.
2- 15 Temmuz’u Yurtta Sulh Konseyi adı verilen bir grubun gerçekleştirildiği iddia edildi ve rejim medyası aylarca üzerinde tepindi. Peki ne mi oldu? Birkaç gün önce Yargıtay Genelkurmay Çatı Davası olarak bilinen davayı onayladı. Savcı 38 kişilik bir konsey olduğunu iddia etmişti, ama mahkeme Yurtta Sulh Konseyini kabul etmedi, gerekçeli kararda bu ifadeye yer vermedi. Sadece 20 kişiyi silahlı terör örgütü yöneticisi kabul ederek tüm eylemlerden sorumlu tuttu. Yani 27 Mayıs’ta Milli Birlik Komitesi, 12 Eylül’de Milli Güvenlik Konseyi olarak anılan planlayıcı ve yönetici kadro tam saptanamadı. Bana göre bu planlayıcı kadro bu askerleri tuzaklayan komutanların ta kendisi. Bugün açıkça biliyoruz ki, Hulusi Akar, Sönmezateş Paşa’ya “Evladım, Tayyip’i sen alacaksın. İnfaz etme, kahraman olmasın. Sadece tutukla!’’ emrini veren kişidir. Değişik rütbe ve seviyelerdeki generaller ise ihmali davranışla, tuzak hamlelerle bu insanları yönlendirmişlerdir. İnanıyorum ki günü geldiğinde bu tuzakçı komutanlar ve onlara emir verenler 15 Temmuz’un planlayıcı kadrosu olarak yargılanacak.
3- Hukuktan bahsediyorken, AİHM’nin ‘’Tuzağa Düşürülme Savunması’’ adını verdiği ve içtihada dönüştürdüğü bir kavram var. Buna göre, bazı yetkili kişiler suç faaliyetini soruşturmayarak, suç tespitini mümkün kılmak, delil sağlamak ve kovuşturma başlatmak amacıyla işlenmemiş bir suçun işlenmesini kışkırtmayı amaçlıyorlar, yani tuzak kuruyorlar. (Ramanauskas v. Litvanya D],§ 559) Yargıtay buna ‘’tahrikçi ajan’’ adını veriyor. 15 Temmuz’da yaşadığımıza ne kadar benziyor değil mi? Peki bu tespit yapılırsa ne oluyor? Tuzağa düşürülenlerin yargılanmasına esas tüm deliller delil olmaktan çıkıyor. Ben söylemiyorum AİHM söylüyor. Yani büyük fotoğraftaki küçük kareyi dolduran bu asker grubu tuzağa düşürüldüğü için ceza almalarına esas deliller yok hükmünde kabul ediliyor.
4- Hukuki görüşlerine çok kıymet verdiğim Hakim Albay Dr. Cemil Çelik, Patreon hesabında, 15 Temmuz Projesi kapsamında ortaya çıkan bilgi ve belgelerden hareketle; ‘’Söz konusu eylemlerin gerçek anlamda bir darbe girişiminden ziyade, başta başarısız olacak şekilde kumpas bir darbe planı mahiyetinde HAZIRLANDIĞI, bu bağlamda personelin bir kısmının TUZAĞA DÜŞÜRÜLDÜĞÜ, dolayısıyla eylemlerin İŞLENEMEZ SUÇ niteliğinde olduğu, Bu bağlamda gerçek anlamda darbe varmış gibi kendilerine bildirilen emirlere uyarak faaliyete geçenlerin yani tuzağa düşürülenlerin de eylemlerinin işlenemez suç niteliğinde kaldığı ANLAŞILDIĞINDAN, Anayasanın 38 ve TCK’nın 2. Maddeleri uyarınca tüm darbe yargılamalarında sanık veya hükümlü olanların işlenemez suç nedeniyle BERAATLERİNE karar verilmesi gerekir.’’ tespitini yapmaktadır.
Son tahlilde, 15 Temmuz’un failini ararken evrensel hukuki değerlere müracaat edersek, tartışma konusu yapılan askerin sorumsuz olduğu ortaya çıkıyor. Hukuk ve demokrasiyi savunduğunu söyleyen herkes için de bağlayıcı bir durum. Sosyal medyada yer bulan, binlerce sayfa bilgi belge doküman içinde sadece 1 kesit olan ‘’Akın Paşa 15 Temmuz’u F…yaptı diyor’’ cümleleriyle veya üzerine balıklama atlamasını beklediğimiz rejim mahkemelerinin bile itibar edip dosyalara koymadığı dedikodularla bir şey söylemiş olabiliriz. Ama bu hakikat olmaz emin olun…