Netflix’in ilk orjinal Türk dizisi olan The Protector (Hakan-Muhafız) sonunda yayınlandı. “Sonunda” diyoruz çünkü dizinin yapım aşamaları sancılı geçmişti. Daha önce duyurulmuş olan gösterim tarih ertelenen dizinin Netflix yetkililerince beğenilmeyen bazı kısımlarının yeniden yazıldığı, çekildiği medyaya yansımıştı.
KLİŞELERE YASLANAN ÖYKÜ
Hakan-Muhafız, daha önce farklı projelerde başarılı olmuş bir kadroyu bir araya getirmesi, tarih ve fantastiği harmanlaması vb yönleriyle öne çıksa da hikaye anlatımında klişelere yaslanmasıyla sınıfta kalıyor. Yolunu kaybetmiş, kabuğunu kırmaya çalışan, içten içe daha fazlası olduğunu hisseden karakter birdenbire ağır bir sorumlulukla yüzleşir. Elbette başta bundan kaçınır ama sonra yaşadığı travmatik bir deneyim -ki bu çoğu zaman çok sevdiği birini kaybetmek olur- onu kaderiyle yüzleşmeye zorlar. Joseph Campbell, “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında bu aşamaları detaylı olarak anlatmıştır.
Hakan-Muhafız bu garantili ama bilindik yolda ilerleyerek risk almaktan kaçınıyor. Elbette Örümcek Adam, Supermen,Yüzüklerin Efendisi gibi kitleleri etkisi altına almış yapımlarda da aynı yol takip ediliyor. Hakan da söz gelimi Peter Parker gibi asıl ailesini kaybetmiştir. O da sıradan bir yaşamın içine sıkışıp kalmıştır. İkisi de onları büyüten “baba” bildikleri kişiyi kaybederler. Üstelik bu kayıp bir parça onların suçudur. Sonra intikam duygusu, onları ilk başta kaçındıkları kahramanlıkla yüzleştirir vs… Fakat sözünü ettiğimiz büyük yapımlar; yazılışlarındaki titizlik, hikaye anlatımındaki ustalık ve yarattıkları evrenin büyüklüğü ile sıradanlık tuzağından kurtulurlar.
SEYİRCİYİ KÜÇÜMSEMEK
Hakan’ın hayatı, hayranı olduğu iş insanının şirketine yaptığı iş başvurusunun reddedilmesiyle iyice dibe vurmuştur. Evden atılmıştır ve tek arkadaşı biriktirdikleri tüm parayı kumarda kaybetmiştir. Üvey babasının antika dükkanına gelen bir kadının aradığı tılsımlı gömlek Hakan’ın hayatını değiştirir. Hakan gömleği babasından gizli satacakken işler karışır ve babası vurulur. Babasının vurulmasıyla gittikleri Akın Eczanesi’nde Hakan, hayatının yepyeni bir evresine geçer. O artık İstanbul’un “Muhafız”ıdır. Böylece “maceraya çağrı” evresi tamamlanmış olur.
Tarih, fantazya, macera… İstikbal vadeden bir öykü… Ancak, anlatımda ciddi problemler var. En başta diyalogların kötü yazıldığını belirtmek lazım. Hakan’ın görevinin “İstanbul’u ‘Ölümsüz’den korumak” olduğu sadece ilk iki bölümde bile seyircinin gözüne sokulur gibi defalarca söylendi, öykünün akışıyla uyumsuz bir şekilde üstelik. Anlaşılan o ki diziyi yapanlar ve çekenler seyirciye pek güvenmiyor. Oysa bu tür yapay diyaloglar seyirciyi daha çok iter. Hatta oyuncuların da bu fonksiyonsuz diyaloglardan etkilendiğini, bu bölümlerde daha kötü oyun verdiğini söylemek mümkün.
OYUNCULUKLARA DAİR
Çağatay Ulusoy, Hakan rolünde sırıtmıyor. Daha önce canlandırdığı karakterlerden oldukça farklı bir rolün hakkını veriyor. Fiziksel yeterliliği de rol için uygun sayılır. Ne var ki aynı şeyleri Hazar Ergüçlü için söylemek pek mümkün değil. Bunun dışındaki roller oldukça usta oyuncuların elinde. Okan Yalabık, Mehmet Kurtuluş, Yurdaer Okur gibi kendini kanıtlamış isimler proje için büyük şans. The Protector’un yaklaşık 190 ülkede izlenebileceği düşünülünce oyuncuların dışa açılmaları için büyük bir fırsat olduğunu da belirtmek lazım.
Uzun lafın kısası The Protector, dev prodüksiyonlu süper kahraman yapımlarına aşina olanlara biraz yavan gelebilir. Ama ilk yapım olması, kalburüstü sayılabilecek oyunculukları ve şahane İstanbul çekimlerinin hatırına izlenebilir. Dizinin 2.sezon onayını almış olduğunu da belirtelim. Biz umudumuzu kaybetmedik yani…