İstiklal Marşı’nın şairliğinden cenaze töreninde konuşma yapanların karakolda sorgulandığı bir noktaya. Vefatının 82. yılında Mehmet Akif’in kısa hikâyesi.
BOLD- Bağımsızlık mücadelemizin simge ismi, İstiklal Marşı’nın yazarı, milletvekili, şair ve düşünür Mehmet Akif Ersoy, vefat edeli 82 yıl oldu. Müderris Tahir Efendi’nin oğlu olarak 1873 yılında başlayan çile, yalnızlık ve gurbet dolu yaşamı 27 Aralık 1936’da İstanbul’da son buldu.
ACILARIN VE MÜCADELENİN YOĞURDUĞU HAYAT
1885’te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydolan Akif’in yaşamındaki ilk büyük acı babasını 1888’de kaybetmesi oldu.
Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanmasıyla aile yoksulluğa düştü. Genç Akif, çabucak meslek sahibi olup ailesine bakmak zorundaydı. Bu yüzden idadiyi bırakarak yeni açılan yatılı “Ziraat ve Baytar Mektebi”ne başladı. 1893’te mektebin baytarlık bölümünü birincilikle bitirdi.

SÖZÜM ODUN OLSUN HAKİKAT OLSUN TEK
Mehmet Akif Ersoy’un şiire olan ilgisi, okulun son iki yılında giderek artarken, çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri yayımlandı, bilinen ilk matbu eseri ise “Hazine-i Fünun” mecmuasında 1893’te yayımlanan bir gazel oldu.
Şiir yazarak ve öğretmenlik yaparak edebiyat alanındaki çalışmalarına devam eden Ersoy’un yayın dünyasına girişi, daha çok 1908’de “İkinci Meşrutiyet”in ilanından sonra oldu. Ersoy, arkadaşları Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin tarafından çıkarılan ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908’de yayımlanan “Sırat-ı Müstakim” dergisinin başyazarı oldu.
ŞİİR, DÜŞÜNCE VE AKSİYONLA GEÇEN BİR ÖMÜR
Şiirlerini 7 kitaptan oluşan “Safahat” adlı eserinde toplayan Ersoy, 1911’de yazdığı ilk bölümde Osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini, 1912’de yazdığı “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı ikinci kitapta da Osmanlı aydınlarını anlattı.
“Halkın Sesleri” adlı üçüncü bölümü 1913’te kaleme alan Ersoy, “Fatih Kürsüsünde”yi ise 1914’te yazdı. 1917 tarihli “Hatıralar” ile I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli “Asım”ın ardından 7. bölüm olan “Gölgeler”i 1933’te tamamladı.
İstiklal Marşı’nı ise “O millete aittir.” diyerek Safahat’a almadı. Zaten verilen ödülü de o sıralar Ankara ayazında paltosuz dolaşacak kadar darda olduğu halde kabul etmemişti.
BİR KARAKTER ABİDESİ
“Şahsiyeti eserinden büyüktür.” sözü Türk edebiyatında sadece onun için söylendi. “Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim /İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim” sözleriyle abideleşen Akif, kendi şahsi hayatında tatbik etmediği bir şeyi eserlerinde dile getirmeyi riya kabul eder.
“Olduğu gibi görünmek” konusunda o kadar hassastır ki alıp da henüz okumadığı bir kitabı, konukları görünce okumuş olduğunu düşünürler endişesiyle kütüphanesine koymaz. Gölgesi kendisinden uzun insanlar çağında Akif, bir karakter abidesiydi.
MİLLİ MÜCADELE VE GURBET YILLARI
Mehmet Akif, Milli Mücadele’ye en başından itibaren destek verir. Anadolu’nun birçok yerinde verdiği vaazlarla kafalardaki şüpheleri giderir, Kuvayı Milliye’nin ve daha sonra Meclis’in destek bulmasında büyük hizmetleri olur. İlk Meclis’te milletvekili olur, İstiklal Marşı’nı yazar.
Ne var ki Cumhuriyet ile birlikte Akif için zor zamanlar başlar. Yeni nizam, insanlar üzerinde güçlü bir etkiye sahip olan Mehmet Akif’i potansiyel bir tehlike olarak görmektedir. Oysa Akif, değişimin farkındadır ve doğup büyüdüğü İstanbul’da sakin bir yaşamdan başka bir isteği yoktur.
Fakat, öz yurdunda bir suçlu gibi takip edilip gözetlenmek kendisine bir süre sonra ağır gelir. 1925’te Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine daha önce aralıklarla gidip geldiği Mısır’a gider ve 11 yıl orada kalır. Memleket hasretini edebiyat ve düşünce çalışmalarıyla gidermeye çalışır.
Sağlığının bozulması üzerine 1936’da, “11 yıl kaldım ama öyle bir an geldi ki bir gün daha kalsam çıldırırdım.” diyerek geri döner. Sonsuzluk yolculuğunun yaklaşmakta olduğunu sezmiş gibidir, üç günlük vapur yolculuğunda bile sabırsızlık içindedir.
İstanbul’da bulunduğu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu’nda Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti.
CENAZE TÖRENİ BİLE ÇOK GÖRÜLEN MİLLİ ŞAİR
Mehmet Akif’in cenaze namazına bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987’de Tercüman gazetesinde “ Akif’in cenaze töreni” başlıklı yazısında o günü şöyle anlatır:
“…O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı… Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz.
Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akif’e ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı.
…Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.”
O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliği’nde görevli bulunan eski Türk Edebiyatı Profesörü Abdülkadir Karahan da cenazeye katılır ve bir konuşma yapar. Ertesi gün karakola çağrılan Karahan, “Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptınız?” sorusu ile karşılaşır.