BOLD – KHK’lı Tuğba Demir, kendisi gibi hakim olan eşiyle birlikte Erzurum Adliyesi’nde görev yapan bir hakimdi. 15 Temmuz’dan sonra eşi hemen ihraç edildi. Birkaç gün sonra da gözaltına alındı. Kendisi adliyedeki odasında gerekçeli karar yazarken, eşini mahkemeye çıkarmak üzere aynı adliyeye getirdiler ve tutukladılar.
O günlerde bir bebek bekleyen Tuğba Demir, hakimler lojmanını boşaltılması için alınan karara imza atan Erzurum Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Metin Kahraman’ın eşiyle, başsavcı Erdal Kuruçay ile aralarında geçen diyalogları ve adliyede yaşadığı daha birçok olayı Hukuk Penceresi adlı sitede kaleme aldı.
“Eşim cezaevinde, oğlum kuvözde, evsiz bir hakimdim.” diyen Tuğba Demir yazısında, sosyal medyada sık sık gündeme gelen “Savcılar Nerede?” etiketine bizzat hukuksuzluğa imza atan savcıları ve hakimleri anlatarak cevap verdi.
Eşini tutuklatan başsavcı Erdal Kuruçay’ın yanına giden Demir, “Başsavcıya ‘Ne hakla tutuklama yapıyorsunuz, delil olmayan şeyleri delil kabul etmek hangi kanunda yazıyor’ diye sordum. Verdiği cevap her şeyin özetiydi adeta: ‘Konjonktür böyle’. Böylece hukuka göre değil de konjonktüre göre suçlu olduğumuzu net olarak anladım. İşte adalet getirsin diye aranan hakim ve savcılar buradaydı!” dedi.
Tuğba Demir’in yazısının tamamı:
“KAPIDA GÖREVLİ MEMURLAR BİLE TERÖRİST HAKİMLER DİYORDU”
Bu serzenişleri duyunca aranan yargı mensuplarından kiminin zindanlara tıkıldığını, kiminin cezaevinde, Meriç’te ya da Ege’de uğradıkları zulüm karşısında can verdiğini, bir kısmının ülkesini terk etmek zorunda kaldığını, bazılarının ise adeta tüm duyguları ölmüş ve hayati reflekslerini yitirmiş bir toplum için, her şeye rağmen bir şekilde adalet savaşını sürdürdüğü aklıma geldi.
Bu Türk yargısının bir yüzü; bir de öte yanı var tabi. Bunlar adaletin yüz karası haline gelen, zulmü kolaylaştıran, zalimin elinde sopa gibi kullanılmayı kabul eden, militan bir duruş sergileyerek yargının mahiyetini ve hukuku unutan, Anayasa ve yasalarla oynamayı bir maharet zanneden yargı mensuplarıdır. Bunlara bakarak gerçek hakim savcı nasıl olunmaz kolayca öğrenebilirsiniz. Bunlar bir hukukçu değil, adeta hakim ve savcı cübbesi giydirilmiş “yığınlar” sadece.
Yargının kötücül ve karanlık yönüne, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra, ihraç edildiğim ana kadar bizzat tanıklık ettim. Bu tanıklıklarım çerçevesinde, adliyede neler yaşandığını, samimi olarak “nerede bu hakim ve savcılar” diye soranlara kendimce anlatmak isterim.
15 Temmuz sonrasında HSYK’dan gelen “tatiller iptal acilen görev yerlerinize dönün” mesajı üzerine hemen yola koyularak Erzurum’daki görev yerimize eşimle birlikte döndük. Adliye lojmanındaki canlılık gitmiş herkes sanki kabuğuna çekilmişti. Sonradan lojmandaki hakim savcıların belki yarısından fazlasının gözaltına alındığını, polis tarafından lojmanın basıldığını öğrendim. Adliyede de durum farksızdı. Adliye adeta çalkalanıyordu. Kapıda görevli memurun bile „terörist hakimler“ dediğini hatırlıyorum
“OH OLSUN ZATEN HAK ETMİŞLERDİ, BURALAR TEMİZLENDİ”
Gözaltına alınan hakim beylerden birinin evinde de polis tarafından arama yapılmış, arama sonrası kendisi gözaltına alınmış, ancak her nasılsa cep telefonuna polis tarafından el konulmamış. Bu vesileyle eşi, hakim beyin de üyesi olduğu, diğer yargı mensuplarınca da kullanılan bir WhatsApp grubundaki yazışmaları okuyabilmiş. Bana aktardığına göre, grupta mesaj paylaşan sözüm ona “makbul” yargı mensupları, gözaltına alınan meslektaşları ile ilgili olarak: “oh olsun zaten hak etmişlerdi” diye sevinç mesajları paylaşmışlar. Yine bazıları “buralar temizlendi” diyerek nefretlerini kelimelere dökebilmişler.
Asgari bir hukuk bilgisine sahip namuslu bir insanın, bir şekilde suçlanan kişilerin savunma hakkına, masumiyet karinesine saygı duyulmasının hukukun bir gereği olduğunu bilmesi beklenirken, Erzurum adliyesinde görevli, gözaltına alınmayan yargı mensupları, haksız ve delilsiz şekilde tutuklandıkları bu gün AİHM kararları ile ispatlanmış arkadaşları, dostları, komşuları hakkında, kendi zavallı dünyalarında yargılama yapmış ve çoktan onları “darbeci, hain, terörist” ilan etmişlerdi.
Halbuki adalet beklenen hakim ve savcılar uzaklarda değil buradaydı! 15 Temmuz‘dan birkaç gün sonra bu kez çalınan kapı bizim kapımızdı. Bir polis ekibi geldi ve evimizde arama yaparak eşimi gözaltına aldı.
“BEN ODAMDA GEREKÇELİ KARAR YAZARKEN EŞİMİ TUTUKLADILAR”
Eşim gözaltına alındıktan sonra her şeye rağmen işimi yapmak zorundaydım. Bir hakim olarak görevimin başındaydım. Odamda gerekçeli kararımı yazarken gözaltında tutulan eşimin adliyeye getirildiğini öğrendim. Düşünebiliyor musunuz, eşim darbeci ve terörist olarak iktidar tarafından yaftalanmış ve ben hakim olarak adliyede görev yapıyor, adalet hizmeti vermeye çalışıyorum. Yaşananların nasıl bir komedi olduğunu, senaryosunu başkalarının yazdığı bir oyuna bizlerin bir şekilde dağıtılan rolleri oynamaya zorlandığımızı, bu kurgunun hiçbir yerinde bizlere bir söz hakkı verilmediğini söylememe gerek yok sanırım.
Odamda çalışırken, adliye temizlik görevlilerinden birisinin haber vermesiyle eşimin sorgulanmak üzere adliyeye getirildiğini öğrendim. Zira ne gözaltı kararı veren savcı, ne bu kararı verirken ortak hareket ettiği Başsavcı veya başsavcı vekili ve ne de bu kurgunun tam orta yerinde bulunan Komisyon Başkanı, nezaket göstererek eşimin durumu ile ilgili bana bilgi vermişlerdi. Bırakın bilgi vermeyi, söz, eylem ve davranışlarından, kendilerini “yarı tanrı”, bizleri ise ezilmesi gereken birer “böcek” olarak gördüklerini söylemem yanlış olmayacaktır.
“POLİSLER ETRAFTAN ETTEN DUVAR ÖRMÜŞTÜ”
Gözaltında bulunan ve sorgulanmak üzere adliyeye getirtilen eşimi görmek amacıyla bulunduğu yere gittim. Başsavcı vekili tarafından ifadesinin alınacağını öğrendim. Eşimin etrafında, sanki dünyanın en cani insanlarından birisiymişçesine, polislerin etten ördüğü bir barikat vardı. Daha sabahleyin eşimden talimat almak için kapısında bekleyen polisler, bir anda nedensiz ve gerekçesiz olarak eşime düşman kesilmişlerdi. Eşimin halini hatırını sormama dahi izin vermediler. Gözlerinden ve sözlerinden dışarıya sızan nefreti, öfkeyi, düşmanlığı ifade edecek kelimeler bulamıyorum. Bir ülke, kendi yargı mensuplarını ancak bu kadar ezebilir, kişiliklerini ve otoritesini ancak bu kadar yok etmeye kastedebilirdi.
Başsavcı vekili Erdal Kuruçay tarafından yapılan sorgu sonrasında eşim, sevk edildiği Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. Aleyhine tekbir delil olmaksızın yapıldı bu işlem. Tek dayanakları kimler tarafından ve nerede hazırlandığını en iyi kendilerinin bildiği “listelere” dayanarak yapmışlardı bu işlemi. Listeyi hazırlayanlar da kendileri idi, bu listelere dayanarak tutuklama yapanlar da.
“LOJMANDA YAŞAMAK İŞKENCE GİBİYDİ”
Hamileydim. Doğum yapmama az bir süre kalmıştı. Eşime yaşatılanlar, benim yaşadıklarım, çevremizdeki masum yargı mensupları ve ailelerinin halleri beni aşırı yıpratmıştı. Bu sebeplerle doğum iznine ayrıldım, ancak lojmanda kalmaya devam ettim. Belirli aralıklarla lojman polislerce basılmaya, yargı mensuplarının evlerinin aranmasına devam edildi. Evde olmayanların evlerinin kapıları zorla açılarak içeri girildi.
Eşi tutuklanmış bir hakim bayan olarak Erzurum Adliyesi’nde ve adliye lojmanında yaşamaya çalışmak büyük bir işkenceydi. Dün arkadaş olduğum hakim ve savcı arkadaşlarım uzaktan yüzüme bakıyorlar, ancak bir selam dahi veremiyorlardı. Verdiğim selamlar ise ya boşluğa gidiyor veya muhatabını bulmakla beraber geri dönmüyordu.
Uzakta değil, aranan hakim ve savcılar buradaydı!
Bir süre sonra doğum yaptım. Çocuğumu kuvöze koydular. Hastaneden eve geldim. Daha önce çok samimi olduğum, Asliye Ticaret Mahkemesi Başkanı olarak görevli Emine Kahraman isimli hakime yanıma geldi. Emine hanımın kafasında da her şey netti. İhraç edilen yargı mensupları ile ilgili olarak kafasında çoktan muhakemesini yapmış, hükmünü kurmuş ve hatta mahkum ettiklerini kendi kurduğu darağacında infaz dahi etmişti. Yanımda ihraç edilen yargı mensupları ile ilgili suçlayıcı, tahkir edici sözler söyledi. Bu sözleri kocası da aynı muameleye muhatap olmuş birisinin yanında söylemekten utanmıyordu. Söylediklerinin yanlışlığını, haklarında bilgi sahibi olmadığı kişiler hakkında bu şekilde konuşmasının doğru olmadığını belirttim.
“HAKİM VE SAVCILARIN DURUŞLARININ BEDELİ ÇOK AĞIR OLDU”
Konuşmamız sırasında, kelimelere yansıyan kanaati ile vicdanının seslendirdiği hakikatin aynı olmadığını ele veren şu cümleyi kurdu: “Hakim savcıların duruşlarının karşılığı çok ağır oldu”. Yani aslında kendisi de bu yapılanların yanlışlığını biliyordu. Ama yapılanlara karşı ses çıkartmamış, bununla da yetinmeyerek bir şekilde hukuksuz muamelelerin doğruluğunu savunan cümleler kurmak zorunda hissetmişti kendini.
Adalet beklenen cesur hakim savcılar buradaydı!
Emine Kahraman hakim ile konuşurken kapıya memurlar geldi ve benim lojmanı boşaltmam gerektiğini, aksi taktirde polis zoruyla lojmandan atılacağımı bana tebliğ ettiler. Hakime hanım bana: „seni atamazlar sen bir hakimsin, burada kalma hakkın var“ dedi. Yazıyı okuduğumuzda kararın altında kendi eşi Metin Kahraman’ın da imzasının da olduğunu gördü. Eşim de imzalamış diyebildi sadece. Eşi kim mi? Erzurum Bölge İdare Mahkemesi Başkanı idi, Metin Kahraman.
Adalet beklenen, nerde diye aranan hakim ve savcılar buradaydı!
“EŞİM DE İMZALAMIŞ…”
Dilekçe ile itiraz edelim dedi Emine Kahraman hakim. Bir an herhalde bana destek olacak diye düşündüm. Ama sonra “sakın benim yazdığımı söyleme” deyince şok oldum. Bu neyin korkusuydu böyle. Ben de hakimdim ve dilekçe yazmaktan aciz değildim.
Ahmet Altan’ın “korkuyorlarsa hakim olmasınlar” sözü ne kadar da haklı.
İşte aranılan o hakim savcılar buradaydı!
Kararı alıp dönemin Komisyon Başkanına gittim. Yeni tayin olduğundan adını hatırlayamıyorum. “Beni buradan atamazsınız burada kalmak benim hakkım, ben de hakimim” dedim. Ancak karşımdaki cesetten bir robottu. Kendisine verilen talimatları yerine getiriyordu sadece. İradesi ve iktidarı yoktu. Muhakemesi ise çoktan bozulmuştu. Bana olumsuz cevap verdi ve verilen sürede lojmanı boşaltmam gerektiğini bir kez de sözlü olarak bildirdi.
Kocası terörist ilan edilmiş bir hakim olarak, ben de geride kalanların gözünde “potansiyel” terörist idim ve ihraç edilme, tutuklanma, yargılanma sırası bekleyen yüzlercesinden biriydim. Sadece birileri tarafından talimat verilmediğinden hakkımdaki bu kanaat gün yüzüne çıkmamıştı. O kadar.
Hakkımda henüz soruşturma bile olmasa da, Komisyon Başkanı, Başsavcı, başsavcı vekilleri ve diğer tüm “makbul” meslektaşlarım tarafından aleyhime hüküm verilmişti.
“EŞİM CEZAEVİNDE, OĞLUM KUVÖZDE, EVSİZ BİR HAKİMDİM”
İşte aranan adaletli hakimler buradaydı!
Durumum hakikaten ilginçti. Eşim cezaevinde, oğlum kuvözde, evsiz bir hakimdim.
Erzurum gibi bir yerde, eşi terörist olarak ilan edilmiş, HSK tarafından ismi listelenmiş, iktidar başı ve bakanları tarafından her gün hedef gösterilmiş bir kişi olarak ev bulmam gerçekten zordu. Bir çok kişi ev vermek istemedi. Ev kiralama girişimlerin başarısız oldu. Mecburen ailemin yanına dönmek durumunda kaldım. Bunun anlamı şuydu. Tutuklu kocamı görmek için binlerce kilometre uzaktan, kucağımda oğlum ile seyahat etmek zorunda kalacaktım.
Aradan bir kaç ay geçtikten sonra eşimi tutuklatan başsavcı Erdal Kuruçay’ın yanına gittim: “ne hakla tutuklama yapıyorsunuz, delil olmayan şeyleri delil kabul etmek hangi kanunda yazıyor” diye sordum. Verdiği cevap her şeyin özetiydi adeta: “Konjunktur böyle”.
Böylece hukuka göre değil de konjonktüre göre suçlu olduğumuzu net olarak anladım.
İşte adalet getirsin diye aranan hakim ve savcılar buradaydı!