BOLD – Kahramanmaraş’ta peşpeşe meydana gelen 2 deprem 40 binden fazla cana mal oldu. Depremin yaraları sarılmadan ülkede seçim tartışmaları başladı.
Tayyip Erdoğan’ın daha önce 14 Mayıs olarak açıkladığı seçimleri akıbeti henüz belli değil.
Kemal Kılıçdaroğlu ise seçimlerin 18 Haziran’da yapılacağımı söyledi.
Erdoğan sessziliğini korusa da AKP’li Bülent Arınç seçimleri Yüksek Seçim Kurulu tarafından ertelenebileceğini iddia etti.
Ortada savaştan daha kötü bir durumun olduğunu söyleyen Arınç, partilerin bir araya gelerek yeni bir seçim tarihi belirleyemesi halinde kaos çıkacağını ileri sürüdü.
HAKİM ALBAYDAN ANAYASA UYARISI
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi eski üyesi eski Hakim Albay Dr. Cemil Çelik, Patreon’daki yazısında seçim tartışmalarına değindi.
Hukuk devletinde kullanılan tüm yetkilerin kaynağının millet olduğunu söyleyen Çelik, ” Anayasanın 6.maddesinde; “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” Hükmü yer almaktadır. Aynı maddede; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” denmektedir.
Mevcut durumda Cumhurbaşkanı ve diğer seçilmiş kişiler ne kadar eleştirilse de bunlar anayasadan kaynaklanan yetkilerini kullandıklarını söylemektedirler. Zira her ne kadar Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için üniversite mezunu olması şartını karşılamadığı, bu bağlamda diplomasının olmadığı iddia edilse de bu konuda bir soruşturma yapılmamış, yine diğer isnat edilen suçlar nedeniyle Cumhurbaşkanı hakkında bir soruşturma başlatılamamıştır. Bakanlar ve milletvekillileri de anayasada yazılı olduğu şekilde seçilmişlerdir. Atanan bakanlar da görünüşte yasal yollardan seçilmiş bir Cumhurbaşkanı tarafından atanmışlardır. Ancak “işlenen suçlar var, soruşturulduklarında o görevlerde kalamazlar” şeklindeki yaklaşımlar da özü itibariyle doğru olsa da haklarında soruşturma başlatılmadığı sürece hukuki açıdan etkisi olmamaktadır. Zira bu kişiler, şekil açısından bakıldığında, anayasal mevzuata uygun olarak yetkilerini kullandıkları görülmektedir” dedi.
18 HAZİRAN TARİHİ ZORUNLU OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Anayasaya göre Cumhurbaşkanının kaynağını anayasadan ve kanunlardan almayan bir yetkiyi kullanamayacağını söyleyen Çelik, “Anayasanın “Seçimlerin geriye bırakılması ve ara seçimler” başlıklı 78. maddesinde; “Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.” düzenlemesi yer almaktadır. Seçimlerin geri bırakılmasıyla ilgili başka bir hüküm ise anayasada bulunmamaktadır.
Bu durumda seçimlerin anayasada belirtilen hallerde erkene alınmaması halinde 78. madde gereği zamanında yapılması zorunludur. Seçim zamanı ise Anayasanın 77. maddesinde net olarak açıklanmıştır. Bu maddede; “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” denmektedir. Görüldüğü üzere madde yoruma açık değildir. Ayrıca takdir yetkisi de tanınmamaktadır. Bir önceki seçim 18 Haziran 2018 tarihinde yapıldığına göre, yapılacak seçimin, beş yıl sonra aynı gün yani, 18 Haziran 2023 tarihinde yapılması zorunlu olarak karşımıza çıkmaktadır” diye yazdı.
TEK ERTELEME ŞARTI SAVAŞ O DA ZORUNLU DEĞİL
Çelik’in yuazısının devamı şöyle: “Mevcut anayasa hükümlerinden görüldüğü üzere, seçimlerin zamanından sonra yapılmasının tek koşulu, bir savaş halidir. Bu hal istisnai bir durumdur. Bu durumda bile yasama organına takdir yetkisi verilmiştir. Yasama organınca ertelenmesinin zorunlu olduğu değil, ertelenebileceği belirtilmiştir.
Peki bu açık hüküm karşısında ve Meclis de anayasanın açık hükmünü değiştirmediği zaman, OHAL nedeniyle bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle seçimler bir yıl ertelenirse veya Yüksek Seçim Kurulu kararıyla seçimler ertelenirse iktidarın yasal konumu ne olur?
Bu soruya, Türkiye’nin anayasa hukuku alanında etkili ve söz sahibi hukukçularının tespitlerini esas alarak cevap bulmaya çalışalım.
Öncelikle şunu belirtelim ki, yukarıda da belirttiğimiz üzere, asıl olan millettir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Devlet ve devlet altındaki tüm organlar da Milleti oluşturan halkın temel hak ve hürriyetlerini özgür bir ortamda kullanmaları için oluşturulmuştur. Kısaca asıl olan halkın huzur içinde, temel hak ve hürriyetlerini kullanarak hayatını devam ettirmesidir. Bunun için de bu hakları kullanabilecek ortamı hazırlamak üzere Devlet kavramı ortaya çıkmıştır.
Yukarıda belirttiğimiz üzere anayasaya göre de Türk Milleti egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır. Bu durumda ise karşımıza “yetki” kavramı çıkmaktadır.
Bu yetkiyi kullanacak Devletin niteliği nedir?
Öncelikle Türkiye bir hukuk devletidir. Dolayısıyla devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olarak yürütülmesi gerekir. Buna göre ayrıca, hukuk devleti sadece yönetilenlerce uyulacak kurallar koyan devlet olmayıp, aynı zamanda koyduğu hukuk kurallarıyla da, kendini bağlı gören devlettir.
Ayrıca devlet, insanların meydana getirdiği bir örgütlenme biçimi olup, hukuki bir varlıktır. Devleti yönetenler de yetkilerini devletten alırlar ve onun adına kullanırlar.
Bahsedilen bu devleti kontrol açısından, sınırlayan en temel etken nedir? Yılların kamu hukuku hocası Münci Kapani bu soruya “Seçimler” olarak cevap vermektedir. Ona göre seçim, ilkin iktidarın kaynağı olmak bakımından demokratik rejimin temeli ve halk tarafından hükümet sisteminin birinci derece şartıdır. Seçime dayanmayan bir iktidar ise diktatörlüktür.”
SEÇİMDEN KAÇMAK MİLLETTEN KAÇMAKTIR
Seçimin, aynı zamanda iktidarın denetlenmesi mekanizması olduğunu söyleyen Çelik, “Devlet erklerinin yargısal denetimi yanında seçim ile de milletin denetimi söz konusudur. Buna göre seçimlerden kaçmak veya zamanında seçimi yapmamak demek aynı zamanda milletin denetiminden kaçmak anlamına da gelir.
Peki seçimlerin ertelenmesinde Yüksek Seçim Kurulunun yetkisi var mıdır? Yukarıda belirttiğimiz üzere, seçimlerin ertelenmesi yetkisi yalnızca TBMM’ye verilmiştir. Ayrıca bu yetki savaş hali ile sınırlandırılmıştır. YSK’nın hangi nedenle olursa olsun böyle bir karar alması halinde, alacağı karar “yokluk” hükmüne tabi olacaktır. Zira açık olarak yetki ve fonksiyon gaspı var demektir.
Peki bu sistem içerisinde seçimlerin Anayasada belirtilen savaş hali dışında zamanında yapılmayıp ertelendiği zaman nasıl bir durum ortaya çıkacaktır? Devlet organlarından seçimle oluşturulan yasam ve yürütme organlarının niteliği ne olacaktır? Şimdi asıl sorumuzun cevabına gelelim. Tabiki böyle bir durumda, temel hak ve hürriyetler artık tehlike altındadır. Milletin fertleri artık yetkisini milletten almayan, kaynağı anayasada olmayan bir iktidar, kısaca yasa dışı, meşruiyetini yitirmiş bir iktidar ile karşı karşıya kalacaktır. Artık bu iktidar yasal olmadığı için zulmeden iktidar konumuna gelecektir. Peki bu durumda buna karşı ne yapılacaktır?
İşte bu durumda “baskıya karşı direnme” sorunu ortaya çıkmaktadır.
Direnme hakkı hem hukuki hem de geçmişi olan bir kavramdır. Tarihi Yunan demokrasisine kadar uzanır. Bu konu geçmişte bazı uluslararası metinlerde ve anayasalarda yer almıştır[9]. Ancak en etkin ve açık şekilde Fransız İnsan Hakları Bildirisine yazılmıştır. Bildiri’nin 34. Maddesinde; “Toplumun tek bir üyesine zulüm yapıldığı zaman, bütün topluma zulüm yapılmış demektir. Topluma zulüm yapıldığı zaman da onun her üyesine zulüm yapılmış demektir”. Bildiri’nin 35. maddesinde; “Hükümet halkın haklarını çiğnediği zaman isyan etmek, halk için ve halkın her kesimi için hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir”. Şeklinde net ifadeler kullanılmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç kısmında; “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan hakları hukuk rejimi ile korunmalıdır” ibaresine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, direnme hakkı uluslararası sözleşmelerde de açık olarak yer alan bir konudur. Zira direnme hakkı doğrudan temel hak ve hürriyetlerle ilgili bir kavramdır.
Doktrinde de çoğunlukla, fertlere, baskı ve zulüm karşısında hürriyetlerini korumak için son çare olarak “direnme” hakkı tanımaktadır. Bu direnme hakkı gerektiğinde “zor ve kuvvet kullanmayı” da içermektedir.
Burada ise esasında zulmeden iktidardan öte, hem zulmeden hem de yasa dışı bir iktidar söz konusu olmaktadır. Yine Kapani Hoca’nın cümleleriyle konuyu bitirelim: “Hürriyeti, kuvvet kullanmayı lüzumsuz kılacak şekilde korumak gerekir. Bu da devamlı bir uyanıklık sayesinde mümkün olabilir”. Kısaca anayasa dışı olarak seçimi ertelemeye kalkacak sisteme başta bunu yaptırmamak gerekir. Yaptığında ise “Direnme Hakkını” kullanmaktan başka çare kalmamaktadır. Bu da her vatandaşın hem hakkı hem de sorumluluğu haline gelmektedir.” ifadelerini kullandı.