BOLD – Washington D.C. merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı (Foundation for Defence of Democracies-FDD), geçmişte güvenilir bir ABD müttefiki olan Türkiye’nin yüzüncü yılına tamamen farklı bir atmosferde girmesini masaya yatıran bir panel düzenledi.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yirmi yıllık yönetiminin Türkiye’yi otoriter milliyetçilikle tanımlanan, hem halk hem de hükümet olarak Batı’dan uzaklaşmış bir ülkeye dönüşmesini gündem eden, Hamas’ın İsrail’e yönelik son terör saldırılarının ardından Türkiye’nin Hamas ile olan derin bağlarını daha dikkatli bir şekilde incelemeye alındığı bir dönemde, panel Türkiye’nin jeopolitik ve güvenlik ortağı olarak gidişatını tartışan önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı.
FDD’nin Araştırmadan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Jonathan Schanzer tarafından yapılan açılış konuşmasında Türkiye’nin siyasi duruşu ve ülkenin tehlikeli bir yola girdiği algısı irdelendi. Schanzer, Türkiye’nin sınırları içinde faaliyet gösteren operasyonel karargahlar, askeri görevliler, bağış toplayanlar ve siyasi ajanlar aracılığıyla terör örgütü olarak tanımladığı gruplara kucak açtığını vurguladı. Schanzer, FDD’nin yasadışı finansal faaliyetlere ilişkin kapsamlı takibine, özellikle de Türkiye’nin İran’ın yaptırımlardan 20 milyar dolar tutarında kaçınmasına yardımcı olduğu tartışmalı
ALTIN KARŞILIĞI GAZ PLANI
Ayrıca Suriye’de IŞİD‘e katılan savaşçı akınına dikkat çeken Schanzer, Türk istihbaratının bu konudaki farkındalığını ve sonrasında eylemsizliğine delil olan endişe verici verilere ve gelişmelere dikkat çekti.
Türkiye’nin ABD politikasına karşı gelerek Rusya’dan S-400 sistemi satın alması, Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olarak hizalanması konusundaki endişeleri daha da arttırdığını vurgulayan Schanzer, FDD’nin özellikle Türkiye konusundaki araştırmalarında bağımsızlığa olan bağlılığının da altını çizdi.
Müttefik olmanın gerektirdiği şekilde hareket etmeyen ülkelerin NATO’dan çıkarılması olasılığının artık masaya yatırılması gerektiğine işaret eden Schanzer, ABD’nin Ankara’nın dahil olduğu sorunlu faaliyetleri gözden kaçırmaması gerektiğini vurguladı.
Henri Barkey, Sinan Ciddi ve Sibel Oktay gibi tanınmış uzmanların katıldığı etkinliğin moderatörlüğünü Türkiye’de de görev yapmış olan Büyükelçi Eric Edelman üstlendi.
Türkiye’nin bir ulus olarak geçirdiği evrim ve demokrasiyle olan karmaşık ilişkisi üzerine düşüncelerle başlayan etkinlikte, eski Büyükelçi Edelman, “Benim kendi görüşüm, bir büyükelçilik olarak görevimizin Türkiye’nin demokrasisini mükemmelleştirmesine yardımcı olmak olduğuydu” dedi.
Edelman diyalog, otoriterliğe ve Batı karşıtı söylemlere doğru bir kayıştan bahsederek Türkiye’nin son dönem siyasetine ilişkin endişelerini dile getiren Edelman bu kaygıyı “içeride çok daha otoriter bir siyasete yönelme” şeklinde ifade etti.
ERDOĞAN FABRİKA AYARLARINA DÖNDÜ
Katılımcılardan Sinan Ciddi ise, Erdoğan’ın son açıklamalarının ekonomik sonuçlarının Financial Times’ta da yer aldığını ve Erdoğan’ın yorumunun ardından Türk borsasında ciddi bir düşüş yaşandığını vurgularken, iş dünyasında yabancı yatırım çekme konusunda zorluklara da dikkat çekti.
TOPLUM DİĞERLERİNE ÇOK ŞÜPHECİ
Sibel Oktay, Türkiye’de Kürtler, İslamcılar, Milliyetçiler ve Kemalistler gibi çeşitli gruplar arasında derin toplumsal bölünmeler olduğuna dikkat çekerken, bu bölünmelerin Türkiye’nin uluslararası konumu üzerinde de kayda değer bir etkisi olduğunun altını çizdi. Söyleşide Türkiye’deki köklü antisemitizm konusunu da ele alan Oktay, Erdoğan’ın siyasi kariyerinin tarihsel bağlamına işaret ederek, bunun antisemitik bir geçmişe dayandığını öne sürdü: “Bence antisemitizm, AKP ve Erdoğan’ın kendisi söz konusu olduğunda, DNA’larına işlemiş durumda, Türkiye’de bir siyasetçi olarak profiline işlemiş durumda.”
Türk ekonomisiyle ilgili son gelişmelere de değinen Oktay, önemli bir faiz artışına rağmen İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın dramatik düşüşle ilgili, ‘‘Türkiye’deki siyasi durumun ne kadar köklü olduğunu ve ülke ekonomisini ne kadar doğrudan etkilediğini gösteriyor.” dedi.
KABUL EDELİM ERDOĞAN DEĞİŞMEYECEK
Diğer panelist Henry Barkey, Erdoğan’ın görev süresi boyunca Türkiye’nin küresel varlığına damgasını vuran önemli değişikliklere dikkat çekti. Barkey, başta Turgut Özal olmak üzere geçmiş liderler ile Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğine yönelik vizyonları arasındaki keskin zıtlığa ışık tuttu. Barkey konuşmasında, farklı bir dönemin simgesi olan Özal‘ın Batı ile ilişkileri derinleştirmeye çalışırken bunu daha geniş küresel angajman için bir dayanak noktası olarak değerlendirdi.
Ancak Erdoğan’ın özellikle de son yirmi yılda, Türkiye’nin uluslararası itibarını yeniden şekillendirmeyi amaçladığını ve Türkiye’yi sadece küresel arenada önemli bir oyuncu olarak değil, aynı zamanda Müslüman dünyasının ön saflarında yer alan bir ülke olarak tasavvur ettiğini söyleyen Barkey, Erdoğan‘ın Türkiye’nin NATO’daki rolünü yeniden tanımlamaya ve ABD’nin küresel nüfuzuna meydan okumaya çalıştığını söyledi.
Barkey’e göre, Erdoğan yönetiminde Türkiye’nin söylemi giderek Amerikan karşıtlığına dönüştü ve çeşitli ulusal sorunları ABD’ye bağladı. Şaşırtıcı bir şekilde, Rusya, Türkiye ile çatışan çıkarlarına rağmen, Erdoğan’ın eleştirilerinden zarar görmediğini ve ABD de görünüşe göre güçlü bir muhalefet olmaksızın buna izin vermesinin neticesinde Türk kamuoyunda Amerikan karşıtı duyguların artmasına sebebiyet verdi.
ABD’nin tavır aldığı S-400 krizine rağmen, ABD hükümetinin tepkilerini büyük ölçüde yetersiz olarak değerlendiren Barkey, bunun Türkiye’deki her iki siyasi yelpazede de yaygın bir Amerikan karşıtlığına yol açtığının altını çizdi.
Barkey, ABD yönetiminin Erdoğan’ın iddialarına neden güçlü bir şekilde karşı çıkmadığını sorgulayarak, Erdoğan’ın iddialarını ele almak ve Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri korumak ve geliştirmek için prensipler bazlı bir ilişki modeline ihtiyaç olduğunu savundu.