BOLD – Türk sinemasının en ünlü aktörlerinden Kadir İnanır, dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Kadir İnanır, birçok konuda görüşlerini aktardı. İnanır’ın özellikle AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkındaki sözleri dikkat çekti.
Kadir İnanır röportajından bazı bölümler şu şekilde:
ERDOĞAN’DAN ŞİKAYETÇİ DEVLET GÖRDÜNÜZ MÜ?
– Tam olarak kime kızıyorsunuz onu anlayamadım. Mustafa Kemal’e mi? Çünkü bu dediğiniz şeyi konuşacaksak Osmanlı’ya kadar gitmemiz gerekiyor?
Dünyada bizim işgal ettiğimiz yer o kadar önemli ki, bundan kazançlı çıkmak için her şeyi oynuyorlar. Kendi çıkarları için her şeyi oynuyor. Bir siyasal iktidar her seçimde kendi halkına mensup insanların kazandığı paranın üzerine bir bardak çay kadar değer koymazsa, onun iktidarda kalması diye bir şey düşünülemez. Hangi sistemde olursanız olun bu böyledir.
– E ama Adalet Kalkınma Partisi bu kadar yüksek enflasyona, geçim krizine rağmen iktidarda kalabildi işte. Halkı çok sarsmış olan derin bir ekonomik krize, derin bir yoksulluğa rağmen daha dokuz ay önce seçim kazanmış bir iktidardan bahsediyoruz. Hem de 21 yılın sonunda.
O geri kalmışlığın, geç kalmışlığın faturasını bizim halkımıza yükleyemezseniz. Dünyada çok büyük güçler var. Türkiye üzerine oynanan büyük güçlerin savaşı var.
– Siz bu ‘büyük güçler’ dediğiniz aktörlerin Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalmasından yana bir oyun kurduklarını mı düşünüyorsunuz?
Şöyle söyleyeyim; siz Erdoğan’dan şikâyetçi olan bir devlet gördünüz mü?
– Zaman zaman ‘şikâyetçiymiş’ gibi yapan devletler görüyoruz. İsrail olabiliyor, Amerika Birleşik Devletleri olabiliyor. Bir ara Suudi Arabistan vardı mesela, Mısır vardı, Yunanistan vardı. O cephelerde Ankara geri vites ya da U dönüşleri yaptığı için son dönemde pek şikâyet duymuyoruz haklısınız.
Hiç yok! Neden biliyor musun?
Dünyada, her gün kalkıp sadece “Bugün ne tüketeceğim?” diye düşünen 85 milyonluk başka bir ülke kalmadı da ondan. Hindistan kendini kurtardı mesela. İşte kala kala Pakistan Afganistan. Endonezya, Malezya kendilerini o büyük güçlerin kendi bölgelerinde oynadığı ticari oyunlardan kurtarmak için büyük savaşlar veriyorlar. Biz aynı yerde kaldık. Sabah kalkıyoruz, akşam yatıncaya kadar “Ne tüketeceğiz?” diye düşünüyoruz. Bunu yakaladılar, bunu başardılar. Bizim ürettiğimiz her malın yüzde 85’i ithal. Yarın aspirinin ham maddesini vermeseler bizim hastanelerimizde aspirin bulamazsın. Perdenin ham maddesini vermeseler, sadece camlar kalır. Onun için bizi çok severler. Öyle AİHM’ler falan adamların umurunda değil. Yeter ki bizimle ilişkileri bozulmasın. Mal satıyor bize. Kendi hayvan yemini üretemediğin noktadasın. Bu denklemin üzerine bir de silah sanayini koyarsan, isterler mi bu ülkede barış olsun? Kime satacaklar o silahları, barış olursa?
– Söylediklerinizi kabaca özetliyorum; Tayyip Erdoğan neo-kapitalist düzeni beslediği için dünya devleri onun iktidarda kalmasını destekliyor. Bu anlattığınız senaryonun üzerinden ilerleyelim…
Senaryo değil, bu uygulanan bir şey bence.
– Tayyip Erdoğan kendi kitlesinin inandığı gibi ‘bir siyasi deha’ mı sizce?
Erdoğan deha değil. Erdoğan, benim söylediğim gibi bir şeyi uygulayamıyor. Söyledim, ben daha bu ülkenin cumhurbaşkanından şikâyetçi olan hiçbir ülke görmedim. Nasıl beceriyor? Çünkü 85 milyon sadece ne tüketeceğine bakıyor. E durum böyle olunca da gerektiğinde “Haydi aslanım” diye para da veriyorlar. Sonra alacak o parayı çünkü, biliyor. Bu gerçekler ortadayken bizim siyaset kurumunu sürekli uyarmamız lazım.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE FİKİR ÖCALAN’INDI, ERDOĞAN UYGULADI
– Sizinle birlikte Erdoğan’dan bahsederken 11 sene önceye dönmeden tam bir perspektif koyamayız. Erdoğan, 2012 sonunda Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için bir yola çıktı ama o yolculuk çok kısa sürdü. Sonra da zaten direksiyonu tam aksi istikamette bir politikaya kırdı.
Erdoğan çıkmadı o yola. Erdoğan’ın tek başına yaptığı iş değil o.
– Siz bir miktar işin içindeydiniz. Hem Akil İnsanlar Heyeti üyesiydiniz hem de Kürt siyasi hareketinden aktörlerle çok yakın ilişkileriniz oldu, hala da var. Nasıl ilerlerdi o süreç biraz anlatın. Erdoğan’ı kim o yola yönlendirdi?
Ben sana belgesini verebilirim bunun. Erdoğan hazırlamadı ama o sahip çıktı sürece.
– Ha belgesi de var…
Sen de bulabilirsin hemen. Selahattin Demirtaş mahkemede açıkladı onu. Mahkeme tutanaklarına girdi. Nisan 2018’deki duruşmada Demirtaş, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptıkları bir görüşmeye atıfla anlattı. Hatırlarsanız, Demirtaş partisinin İmralı Heyeti’ndeydi. Dedi ki; “Benim katıldığım bir toplantıda akil insanlar konuşuldu. Akil insanlar grubu oluşturulmalı denildi. Bu, Öcalan’ın önerisiydi. Ne bizim ne hükümetin önerisiydi. Kim hayata geçirdi, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Akil İnsanlar Komisyonu kurdu, ilk toplantısını kendisi Dolmabahçe’de yaptı. Burada tutanakları var, okuyayım size.”
KAÇ TÜRLÜ SANSÜR VAR, GEL SAYALIM
– Siyasi kimliğinizi ve siyasal gelişmeleri konuşup duruyoruz da sinema bu dünyanın neresinde kaldı? Türkiye’nin geçmişteki siyaseten en çalkantılı dönemlerinde bir şekilde politik film çekmeyi başarmış Kadir İnanır bugün politik sinema yapamıyor mu?
Keşke imkân olsa da yapsam. Yapılabilir ama çok uğraşırsanız nedenini söyleyeyim. Ağır sansür var. Kaç türlü sansür var, gel sayalım. Birincisi, bugün zaten 1 milyon doları olmayan adam sakın film çekmesin. Ancak bu paraya çekilebiliyor. Şimdi bugünün ekonomi şartlarında cebinde 1 milyon doları olan adam gidip film mi çeker, yoksa banka müdürüyle “Ben ayda kaç para alacağım?” hesabı mı yapar? İkincisi, en az 1 milyon dolara film çekeceksin sonra Kültür Bakanlığı’ndan o filmin sinemalarda oynaması için belgeyi alacaksın. Üçüncüsü, filmi çeken patronun, “Şunu şunu koyma, benim başımı belaya sokma” diye baskısı olacak. Dördüncüsü, sinema sahibinin, “Sinemamın başına bir şey gelir” şeklindeki stresini üzerine alacaksın. Bak kaç türlü sansür aşaması var. En sonunda da bence sansür kelimesinin en ağırı olan bir maddeye gelip tosluyoruz. Ne biliyor musun? Vali vesayeti. Ne demek vali vesayeti?
– Tabii, ne diyeceğinizi tahmin edebiliyorum.
Bir vali, “Benim hakimiyetim olan bölgede bu yapılan kültürel etkinliğin toplumda infial yaratma riski var” diye yasaklayabilir. Bak kaç tane sansürü yendik geldik en sonda nereye tosladık.
– Bugün bu ağır sansür ortamında yaşıyor olmasaydık ve en az 1 milyon dolarınız da hazır olsaydı nasıl bir hikâyenin filmini çekerdiniz.
Afişini göstereyim mi sana? Şartları oluşturayım, bunu çekeceğim. (Telefonundan bir fotoğraf gösteriyor.)
– Diyarbakır Sur’da sokağa çıkma yasakları sırasında ölen Hakan Aslan’ın kemiklerinin 7 yıl sonra babası Ali Rıza Aslan’a bir poşet içinde teslim edilmesinin fotoğrafı bu.
Evet o filmi çekeceğim de bugün o filmi gösterecek salonu kim verecek bana?
– O zaman bu film için epey bekleyeceğiz.
O torbanın içindeki kemiklerin sahibi kim? Onu anlatmadan böyle bir film çekilir mi?
“Oğlunu bulduk” diyorlar, morga gidiyor, oradan torba veriyorlar. Çok güzel bir hikâye ama çok zor tabii.
– Babayı mı oynamak istiyorsunuz?
Baba ya da hâkim. İki tane başrol var. Çocuğun yanlış bir kararla idam edildiği çıkıyor ortaya. Hâkim yola düşüp köyde babayı buluyor, kendini affettirmek için. Karşılaşıyorlar.
Tabii bunlara ne kadar müsaade ederlerse… Türkiye’de muhalefetin dahi kafasını nasıl uzatacağının sınırları bile çizilmiştir. Onun da mühendisliği yapılmıştır.