FUAT KARAZEYBEK BOLD
Hz Musa’nın kavmiyle Mısır’daki kölelikten özgürlüğe yolculuğu, firavunun sözünde durmayıp zavallı insanların peşine düşürdüğü ordusuyla Kızıldeniz kıyılarına kadar gelişi, hepimizin bildiği ‘o son’dan önce Hz. Musa’ya gelen ilahi emir:“Asân ile denize vur.” (Şuarâ/63)
Tarihe Exodus olarak geçen hadisenin en yalın anlatımı bu.
21. yüzyılın ortalarına doğru yaklaşırken 3 bin yıl kadar önceki Firavunlar’dan kaçış hikayeleri hala tekrar be tekrar önümüze geliyor. İnsanlık bu buruk yemeği dünyanın herhangi bir köşesinde her seferinde yeniymiş gibi baştan tadıyor, hiç ders almıyor… Yüzyıllarca birbirini doğramış olan Batılılar uzaklarda olup biten bu tür kaçış hikayelerine ancak festivallerinde tanıklık etmek için şık kıyafetleriyle tarihi binalarda bir araya geliyor şimdilerde.
15 Temmuz sonrası milyonların yaşadığı zulmü anlatıyor: Exodus Berlin Film Festivali’nde
DETAYLAR İÇİN⤵️https://t.co/2Q1gXVDt57 pic.twitter.com/f67SWZhuAK
— BOLD (@BOLDmedya) February 19, 2024
KİTLELER HALİNDE EXODUS YAŞAMIŞLARIN BAŞKENTİNDE GALA
En son 2. Dünya Savaşı’nın sonlarında kitleler halinde çoluk çocuk yollara düşen Alman halkının başkentinde, dışı kırmızı ve eflatun renkli ışıklandırılmış hoş bir tarihi binada, uzun zamandır çoğunlukla Ortadoğu’ya has sorun olan “exodus”lardan birini yaşayanların hikayesi gösterilecek. 106 dakikalık bir film var makarada.
Cesur sinema adamlarının bin bir güçlüğü göze alıp kısıtlı bütçeyle yaptıkları filmin ilk gösterimi yapılacak. Türkiye’de bazılarının burun kıvırıp “her yere doluştular” dediği, bazı Avrupalıların da Afrika’nın bir köşesine toplu olarak sürmeyi tartıştığı insanların yani mültecilerin hikayeleri anlatılacak.
YENİ BİR KAVRAM: TÜRKİYELİ MÜLTECİ
Bu sefer bir fark var ama. Bu kez Türkiye vatandaşı mültecilerin odakta olduğu bir hikaye gösterilecek.
Schengen vizesi redlerine ve yabancı sınır kapılarında Türk pasaportlulara alışılmamış muamelelere, “kardeşim bu kadar kaçağı ülkeye alırsanız olacağı bu” diyen yan mahallenin tuzu (yaş ya da) kuru izan seviyesi düşük kalabalıklarının hala anlamadığı bir gerçek az sonra bir sanat eseri olarak tarihe geçecek: Türkiyeli mülteciler.
Sanat toplum için yapılmaktan vazgeçileli çok oldu Türkiye’de. Yoksa geçtiğimiz sene 61 bin insanını sadece Almanya’ya mülteci olarak ihraç etmiş bir ülkede herhalde bu konuda üretilen eserler çok da popüler olurdu değil mi? Avrupa’ya ilticada rekor üzerine rekor kıran bir ülkenin buna dair bir literatür geliştirmesi gerekirken rendeye benzeyen çalıntı binada üretilen suni gündemleri tüketen bir ülkeye gerçek sanatın Almanya’dan ithal edilmesine de şaşırmamak lazım…
Bir KHK hikayesi duymaktan korkup koca Altın Portakalları iptal edenlerden fazlasını beklememek lazım zaten. Bu iş yapılsa yapılsa yurtdışında yapılacaktı. Ve bu çoktan belli olmuştu.
BİR PROPAGANDA FİLMİ DEĞİL
Karşımızdaki bir propaganda filmi değil. Film ekibinin ısrarla vurguladığı da bu. Film insan hakları odaklı üretilmiş. Gerçeklikten kopmadan olanlar perdeye yansıtılmaya çalışılmış. Türkiyeli mülteciler odağa otursa da filmde Afrikalı Kembo da Ezidi Havin de bulunuyor. Film, bu haliyle göç ve mülteci karşıtlığının revaçta olduğu düzene itiraz ediyor.
FİLMDE KENDİNDEN BİR PARÇA BULMUŞLAR
Çıkışta filmi izleyenler ve benzer kaderi yaşamış misafirlerle konuştuğumuzda ortak fikir olarak sahneler arasında kendilerinden bir parça bulduklarını ifade ediyorlar. Kiminin gözünün önüne çocuklarıyla kamyon kasasından inişi gelmiş, kimi bota binişini anlatıyor, kiminin de çalıştığı üniversitedeki yaşadıkları.
YÖNETMEN SERKAN NİHAT: AYNISI BENİM DE BAŞIMA GELİRDİ
Oyuncu Selen Cabel, “anne babamın yaşadıklarını daha iyi anladım” diyor, yönetmen Serkan Nihat ise bir Londralı pasifist/apolitik olarak bugüne kadar farkında olmadığı gerçeklerle yüzleştiğini, kendi ifadesiyle bu sürecin kendisi için bir “eye opener” olduğunu ifade ediyor. Ekip oluştururken senaryoyu okuyan oyuncu adaylarının nasıl bir derin korku ve endişe hissettiklerini de bir sanat adamı olarak doğru okumuş. “Orda yaşasam bir yazar ve yönetmen olarak muhtemelen benim de çoktan başıma iş gelirdi” diyor sohbetimizde.
BEDEL ÖDEYENLER SADECE BİLİNEN KİŞİLER DEĞİLMİŞ
Sanatçının görevi bedel ödemek, tıpkı diğer kamu yararı için çalışan kişiler gibi. Alman politikacı, kendisi de Suriye asıllı Jian Omar da Türkiye’deki insan hakları ihlallerini bildiğini ancak bedel ödeyenlerin sadece bazı gazeteciler ya da bazı politikacılar olmadığını bu filmde anladığını söylüyor. Sıradan insanlar, akademisyenler, memurlar hatta polislerin bile ülkeyi terk etmeyi göze alacak kadar neler yaşadıklarıyla ilgili empati yapmaya çalıştığını belirtiyor ve ekliyor: ”Bir Alman politikacı olarak mağdurlar için söyleyebileceğim şey insani bir iltica politikasına sahibiz ve mağdurlara yardıma hazırız.”
Sığınmacıları mancınıkla geri fırlatmayı vadedenlerin trend setter olduğu bir ülkenin insanına, çok da alışık olmadıkları bir teklif olsa gerek bu…
ÇOK ETKİLEYİCİ SON 20 DAKİKA
Diğer taraftan kendisi de opera, tiyatro gibi sahne performanslarını yöneten, oyuncu koçluğu yapan Brian Michaels de filmde gördüklerinin kendisini sarstığını ifade ediyor. Sanat dünyasına, filmlere yabancı olmamasına rağmen filmin teknik tarafını bir yana bırakıp içeriğe odaklandığını anlıyoruz biz de o sözlerden. Hele diyor “son 20 dakika beni çok etkiledi”. Yani filmi sade vatandaş gibi izlemiş. Tabii ki film ekibine de cesaretleri için ayrıca teşekkür ediyor.
ALMAN HAKİMİN RÖPORTAJI RET SEBEBİ
Filmden önce röportaj talebimizi ilettiğimiz Alman mahkemelerinde adalet dağıtan bir hakime hanımsa filmden sonra özür dileyerek müsaade istiyor. Sebep olarak filmden fazlaca etkilenmiş olmasını gösteriyor. Yani filmi adil olarak tartamayacak kadar mizanımda tablalardan biri daha fazla dolu demek istiyor.
Umarız Berlin’de var denen hakimlerden biridir o da.