Köşe yazısı: Haşim Tekineş
Orta Doğu’daki kart oyunu uzun süredir ülkemizde bir espri konusu olageldi. Bölgede kartların yeniden karılması komikliğini kaybedip bir klişe haline gelmiş olsa da İsrail ve Hizbullah arasındaki savaşta bu sefer kartlar gerçekten de karılmış gibi duruyor. Bölge bugünden yarına değişecek olmasa da İsrail’in gerçekleştirdiği suikastlar ve hava saldırıları Orta Doğu siyasetinde yeni bir dönüm noktası olacak gibi duruyor.
İsrail Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı geçtiğimiz Cuma günü düzenlediği bir hava saldırısıyla öldürdü. Nasrallah’ın Hizbullah liderleriyle görüşmek üzere Beyrut’ta bir binaya girdiği girdikten kısa süre sonra İsrail tarafından 2 metrelik güçlendirilmiş betonu bile parçalayabilen sığınak bombalarıyla bina bombalandı. Nasrallah’ın cansız bedeni tek parça halinde kurtarılabildi ancak sarsıntının etkisiyle iç organları parçalanmış. Nasrallah’la birlikte olay yerinde çok sayıda üst düzey Hizbullah komutanı da öldürüldü. Örgüt için öylesine sarsıcı bir olay oldu ki uzun süre hiçbir açıklama gelmedi.
Suriye’nin Ahı
İsrail’in son zamanlarda İran, Hizbullah ve İran’lı diğer milis güçlere yönelik düzenlediği saldırıların birçoğunda İran tarafının istihbarat zafiyeti ön plana çıkıyor. Konuyla ilgili İngiliz Financial Times gazetesinde çıkan bir makalede İsrail istihbaratının Hizbullah üyelerine ait cep telefonları, mesajlaşmalar, ölüm ilanları, sosyal medya paylaşımları, sokak kamerası kayıtları ve benzeri birçok kaynağı kullanarak örgüt liderlerini adım adım takip ettiğini yazdı. Ancak İsrail’in sağladığı istihbarat üstünlüğünün teknolojik yanı önemli olsa da olayın bir de insani yönü var. Ve bu insani yönde kaderin bir cilvesi olarak Suriye savaşı önemli bir rol oynuyor.
İsrail istihbaratı Hizbullah’ın içerisinde her zaman bu kadar etkin değildi. Güney Lübnan’daki İsrail işgaline karşı kurulan örgüt daha küçük ve kapalı bir organizasyon iken İsrail istihbaratı için daha çetin cevizdi. Ancak Hasan Nasrallah yönetimi altında Hizbullah Lübnanlı Şii bir direniş örgütünden bölgesel bir güce dönüşürken ciddi anlamda da büyüdü ve genişledi. Özellikle Suriye savaşıyla birlikte Hizbullah on binlerce savaşçısı olan ve bölgesel çapta konvansiyonel savaş da yürütebilen bir güce dönüştü. Bu da eskiden daha küçük olan Hizbullah’ın çok daha fazla insanı saflarına katması demekti. Bu genişleme bir güçlenme getirse de bir istihbarat zafiyeti de getirdi. Dahası Suriye savaşı boyunca İsrail Hizbullah’ı yeterince izleyebilme, sızabilme ve yakın takip alabilme imkânı da getirdi. İronik bir şekilde Hizbullah Suriye muhalefetine karşı zafer üstüne zafer kazanırken aynı zamanda kendi kuyusuna kazmış oldu.
Satranç mı Boks mu?
Tabi bir de aşırı özgüven problemini de bir kenara not etmek gerekir. Hizbullah kurulduğu şartlar ve felsefesi bakımından kuşkusuz başarılı bir örgüt. 2006’da İsrail’le bir savaştan canlı çıkmayı başardı. Üstüne Suriye’de rejimin ayakta kalmasını sağladı. Lübnan’da ise paramiliter bir örgüt olmaktan çıkıp neredeyse gölge hükümet haline geldi. El Kaide ve Işid’e karşı Lübnan’ı koruyarak da adeta Lübnan’ın gerçek silahlı gücü haline geldi. Bütün bu başarılar Hizbullah’ın gücünü ve kapasitesini gösteriyor. Ancak bu güç ve kapasite açıkça görüldü ki İsrail’le aşık atacak kadar değil. Hizbullah liderleri biraz şartların zorlamasıyla biraz da aşırı özgüvenle kendilerini olduklarından çok daha güçlü gördüler.
Hizbullah ve genel olarak İran müttefikleri ile İsrail arasındaki bu güç farkı çatışmalar düşük yoğunluklu devam ederken çok fazla hissedilmedi. Hatta Hizbullah’ı İsrail’le denk görmek gibi yanılsamalara yol açtı. İsrail’de Gazze’de operasyonlarına devam ederken kuzeyde Hizbullah’la olan oyunun kurallarını bozmadı ve düşük yoğunluklu savaşa devam etti. Ancak meşhur deyişle ayıyla dansa kalktığınızda dansın ne zaman biteceğine siz değil ayı karar verir. Benzer bir hatayı zamanında Mısır lideri Cemal Abdülnasır da yapmıştı. 1967’de İsrail’le gerilimi artırarak hem bölgede ve ülkesindeki Arap milliyetçiliğinin gazını alıyor hem de Tel Aviv üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Ancak İsrail Nasır’ın Mısır’ından çok daha güçlüydü ve savaşın şiddetini artırmak istediğinde Mısır’ın buna aynı oranda cevap verecek gücü yoktu.
Aslında Hizbullah ve İran’da İsrail’le kuralları konulmuş bir oyun oynamak istiyordu. Şiddeti düşük yoğunluklu tutarak hem kontrolden çıkmasına engel oluyor hem İsrail üzerinde baskı kuruyor hem de kendi tabanlarını konsolide ediyorlardı. Adeta bir satranç oyuncusu gibi bölgeyi dizayn ediyordu bu iki müttefik aktör. Ancak bir taraf satranç oynamak isterken İsrail tarafı boks maçını tercih etti.
İsrail ve İran/Hizbullah arasındaki bu örnek kendinden çok daha güçlü aktörlere karşı ‘akıllı’ bir gerilim politikası izlemek isteyen bütün ülkeler için de önemli dersler ihtiva ediyor. Kartlarınızı akıllı oynayıp kendinizden çok daha güçlü bir rakibi satranç tahtasında sıkıştırabilirsiniz ancak rakibiniz oyunun kurallarını değiştirip boks eldivenlerini giydiğinde buna da hazır olmalısınız.
Yeni Bir Dönemin Başlangıcı
İsrail ve Hizbullah arasındaki savaş aslında bölge için de yeni bir dönüm noktası anlamına geliyor. İlk olarak hem tarihi olarak hem siyasi olarak hem de sosyolojik olarak oldukça köklü bir örgüt olan Hizbullah’ın önemli lider kayıplarına rağmen bu savaşı da canlı çıkma şansının oldukça yüksek olduğunu söylemek lazım. Hizbullah yaşar ama nasıl yaşar? Örgüt belki ölümden şimdilik kurtulabilir ama değişimden kurtulması çok zor.
The Economist dergisi Nasrallah’ın vurulmasıyla Nasır’ın İsrail karşısındaki 1967 yenilgisi arasında paralellik kuruyor ve 67 savaşından sonra Arap milliyetçiliğinin nasıl düşüşe geçtiğini hatırlatıyor. Mısır ordusu 1967’de aynı bugünkü İran ve Hizbullah gibi İsrail karşısında oldukça küçük düşürücü bir yenilgi aldı. Bu yenilgi aynı zamanda Mısır’ın ve Arap milliyetçiliğinin efsanevi lideri Nasır için de çok büyük ve küçük düşürücü bir yenilgiydi. Mısır’ın savaş uçakları daha havalanamadan İsrail ordusu tarafından imha edilmişlerdi. Mısır da Nasır da Arap milliyetçiliği de bu yenilgiyi aslında attılar. Ancak kısa süre sonra Mısır İsrail karşıtı cephenin liderliğini bırakıp İsrail’le barış yaptı; Nasır hastalıktan öldü, Arap milliyetçiliği ise düşüşe geçerek yerini zamanla İslamcılığa bıraktı. Bu ideoloji değişiminde Arap milliyetçiliğinin en önemli hedeflerinden birisini, yani Filistin’in kurtarılmasını, gerçekleştirecek güce sahip olmamasıydı. Bu çaresizlik ve ümitsizlik hali Arap halklarını ve liderlerini alternatif fikirlere itti ve zaten siyasal İslamcılık bunun için hazır bekliyordu. Benzer bir gelecek İran’ın direniş eksenini de bekliyor.
Aylardır İsrail Gazze’deki operasyonun yanında kendi sınırından Tahran’a kadar geniş bir coğrafyada İranlı komutanları, Hamas lideri İsmail Haniye’yi ve Hizbullah liderlerini hedef alıyor. Hizbullah’ın üst düzey liderlerinin önemli bir kısmı hedef alındı ve İsrail bu operasyonlara daha da devam edecek gibi duruyor. Karşısında ise adeta çaresiz darmadağın olmuş bir cephe hattı var. Bu dramatik tabloyu Nasrallah’ın üstüne atılan 950 kiloluk devasa bombalar daha da sarsıcı hale getirdi. Patlamaların depreme dönüşen fiziki sarsıntısının yanında siyasi olarak da travmatik etkileri olacak.
Herşeyden önce bir proje ve fikir olarak Hizbullah başarısız olmuş oldu. Hizbullah benzeri İran destekli Şii örgütlerin temel motivasyonu ve meşruiyeti Amerika ve İsrail’e karşı mücadele ve Filistin’i özgürleştirmekti. Hizbullah Amerika ve İsrail hedeflerine yönelik daha önceki saldırıları ve 2006’daki savaştaki performansıyla adeta bir direniş abidesiydi. Irak’ta ve Yemen’deki birçok Şii örgüt Hizbullah’ı kendine örnek aldı. Hizbullah hepsinin büyük abisiydi. Köklü geçmişi, savaş tecrübesi, efsanevi liderleri ve daha da önemlisi İsrail’e yönelmiş150 bin roketi vardı. Ancak İsrail birkaç hafta içinde Hizbullah’ı kâğıttan kaplana çevirdi. Efsanevi liderler adeta bir bir öldürüldü. Örgütün elindeki mühimmat depoları patlatıldı. Atılan füze ve roketler ise sanılandan çok daha zayıf bir etkiye neden oldu. En kötüsü İsrail istihbaratının örgütü kevgire döndürdüğü anlaşıldı. Böylece İsrail’i tehdit etmeye en yakın kabul edilen örgüt küçük düşürücü bir şekilde darmadağın edildi.
Gelinen aşamada direniş ekseni denilen gruptan herhangi bir aktörün İsrail’i tehdit etmesi kimseye gerçekçi gelmeyecektir. Hizbullah’ın yenilgisi direniş ideolojisinin de aynı zamanda yenilgisi anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde İran ve uzantılarını ciddi bir ideolojik kriz bekliyor. Bu ideolojik kriz örgütler arasındaki uyumu, örgütlerin varlık nedenini, siyasi meşruiyetini ve geleceğini tehdit ediyor. Bu kriz Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki Şii örgütlerin ortadan kalkması anlamına gelmiyor. Ancak bu örgütlerin bölgesel bir mücadelenin parçası olmaktan çıkıp daha lokal çıkarların peşine sürüklemesi daha olası. Bu süreçte sahip oldukları ideolojik maskeyi kaybederek güç ve para peşinde daha mafyatik aktörlere dönüşmesi mümkün.
İkinci olarak direniş ekseninin bir efsaneden ibaret olduğu da açıkça görüşmüş oldu. İsrail Gazze’de Hamas’a operasyon düzenlediğinde ne İran ne de Hizbullah bu savaşa dahil oldu. Hizbullah Hamas’a desteğini kuzeyden İsrail’i taciz ederek gösterdi sadece. Hedef olma sırası Hizbullah’a geldiğinde ise İran’dan yine ses gelmedi. Hizbullah’ın yıllarca savunmak için savaştığı Suriye rejiminin Hizbullah için kılı kıpırdamadı. Oysaki Hizbullah İran’ın en önemli ve başarılı projesiydi. Bu da bütün bu direniş ekseni edebiyatının boş konuşma olduğunu da ortaya koymuş oldu.
Son olarak Hizbullah ve benzeri örgütler İran için bir ön savunma stratejisiydi. Böylece İran Amerika ve İsrail’den gelecek tehditleri kendi sınırlarını çok ötesinde karşılamış olacak, aynı zamanda geniş bir coğrafyada da manevra kabiliyeti kazanacaktı. İsrail Hizbullah’ın ve dolayısıyla diğer Şii milislerin de böyle bir kabiliyetinin olmadığını göstermiş oldu. İran’ın hala Irak, Suriye ve Lübnan’da manevra kabiliyeti var ama İsrail’in açık hedefi olması pahasına. Bu geniş coğrafyada İsrail İran hedeflerini rahatlıkla vurabilmekte. Dolayısıyla direniş ekseni bir İran savunma stratejisi olarak da etkisiz kalmış oldu. Üstüne bu örgütlerin İran’a ekonomik ve siyasi maliyeti de cabası. İran bu örgütleri savunamayarak da itibar kaybına uğramış oldu.
Siyasette çok az şey kesindir. Bu yazıda çizdiğim tablo da hızlı bir şekilde değişebilir. Mesela olası olmasa da Amerika’nın siyasi baskısı İsrail’e geri adım attırabilir ve yenilgi İsrail ve İran için zafere dönüşebilir. Ya da İsrail Lübnan’a bir kara operasyonu düzenler ve ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalır. Bu da Hizbullah’a bir hayat öpücüğü olabilir.
Ancak şu an içinde bulunduğumuz tablo bize bölgenin yeni bir değişimin arifesinde olduğunu gösteriyor. Orta Doğu’da Şii hilali gurub etmek üzere.