Gladyo yapılanmasının Türkiye’de siyaseti ve toplumu şekillendirmek için işlediği karanlık cinayetlerin tamamına yakını meçhul olarak kaldı. Yazı dizisinin son bölümünde 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne dair cevapsız kalan sorular var… 15 Temmuz’a giden yolda Erdoğan’ın taşları nasıl döşediği anlaşılmadan ne 15 Temmuz 2016 darbesi ne de vesayet sistemi anlaşılabilir…
15 Temmuz 2016 yüz binlerce insan için bir dönüm noktası. Özgürlüğünü, işini, çevresini kaybeden; vatanından, sevdiklerinden ayrılan birçok kişi hayatı o günün öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmış durumda.
O meşum gün hem insanlarda hem de toplumsal yapıda birkaç kuşakta ancak giderilebilecek yaralar açtı.
Peki ne oldu da o gün yaşandı?
ANAYASA REFERANDUMUNDAN 15 TEMMUZ’A SAVRULAN TÜRKİYE
Aslında her şey 2010 anayasa değişikliği referandumu ile başladı. Hizmet Hareketi’nin de büyük destek verdiği referandumda halk onayından geçen maddeler daha demokratik bir düzen getiriyordu. Siyaseti vesayet gölgesinden çıkaran, hukuk üzerindeki iktidar etkisini azaltan, sivil alanı genişleten bir düzen.
Ancak Erdoğan kısa süre içinde bu gömleğin kendisine uymadığını fark etti. İstediği gibi hareket edemeyecekti. Güçlü bir sivil alan ve bağımsız hukuk ileride işleri onun için zorlaştırabilirdi.
DEMOKRASİ VE HUKUKTAN RAHATSIZ OLANLAR YAKINLAŞIYOR
2010 referandumundan rahatsız olan sadece Erdoğan değildi. Derin devletin o günlerdeki yüzü olan “Ulusalcı” cephe de bu durumdan rahatsızdı. Daha demokratik bir Türkiye yıllardır sürdürülen “ulus devlet” idealinin çöpe atılması anlamına geliyordu onlar için.
Erdoğan’ın bir zamanlar “savcısıyım” dediği Ergenekon davasına karşı söylemlerinin de bu dönemde değişmeye başladığı görülür. Erdoğan geri dönmek istiyordu, fakat en etkin sivil oluşum olan Hizmet Hareketi’nden destek göremeyeceğini biliyordu. İstediği ve uğruna Ergenekoncu çevrelerle anlaştığı merkeziyetçi otoriter yönetim için başka bir yöntem bulması gerekiyordu.
ERDOĞAN GERİLİMİN GÜCÜNÜ KEŞFETTİ
Aradığı yöntemi 2009 yılında yaşanan “One minute” vakası hatırlattı. Dönüşünde hazırlanmış kıtalar tarafından bir kahraman gibi karşılandı. Kimse olaydaki diplomatik tutarsızlığı ve sonrasında neler yaşandığını tartışmıyordu.
Erdoğan o gün “gerginlik stratejisi”ni nasıl kullanabileceğini gördü. Kitleye bir hedef gösterirse kitle oraya bakıyordu, kimse gösteren eldeki kirle ilgilenmiyordu.
7 ŞUBAT 2012 MİT KRİZİ VE ERDOĞAN’IN YERDE BULDUĞU FIRSAT
Bu stratejiyi test edebilmek için çok beklemesi gerekmedi. 7 Şubat 2012’de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) krizi patlak verdi. Hakan Fidan KCK soruşturmaları kapsamında ifadeye çağrıldı. Çünkü soruşturmalarda KCK yapılanmasına sızdığı ifade edilen MİT elemanlarının ölümle sonuçlanan eylemlerde yer aldığı ortaya çıkmıştı.
Erdoğan bu olayı kitlesini öteden beri ipini çekmeyi istediği Hizmet Hareketi’ne karşı ne kadar yönlendirebileceğini görmek için kullandı. Çıkan sonuç kendisi için umut vericiydi. Birçok kişi ifadeye çağrılma işinin Hizmet Hareketi’nin kumpası olduğuna inanmıştı. Erdoğan bu olayda medyasını da test etme fırsatı buldu. Artık hazırdı.
FETHULLAH GÜLEN’İN “SULHTA HAYIR VARDIR” ÇIKIŞI
Hizmet Hareketi, KCK operasyonlarına başta destek veriyordu. Güvenlik bakış açısının ağırlığı öne çıkıyordu. Hizmet Hareketi’nin sonradan barışçıl ve insan hakları temelinde farklı bir tutum takınması, aslında 15 Temmuz’a giden yolda önemli bir kilometre taşıydı. Fethullah Gülen 2013 yılı ocak ayında “sulhta hayır vardır” diyerek bu konudaki bakış açısı değişikliğini açıkça ortaya koyuyordu.
“Kürt Meselesi” devletin derinlikleri için hassas bir noktaydı. 12 Eylül’den beri düşman Kürt hareketiydi. Devletin katı güvenlikçi politikaları dışında bir söyleme tahammül gösterilemezdi. Özal’ın ve Eşref Bitlis’in şüpheli ölümleri, Cem Ersever’in infazının bu konuyla ilgisini dünkü yazımızda belirtmiştik. Hizmet Hareketi’ne müsamaha edilecek değildi.
Fakat Hizmet Hareketi Fethullah Gülen’den ibaret değildi. Gülen’i öldürmek bir şeyi değiştirmezdi, zaten ABD toprakları içinde böyle bir işe de kalkışamazlardı.
Hareketi bütünüyle tasfiye etmek gerekiyordu. Bu ise ancak halktaki teveccühü kıracak büyük bir şeytanlaştırma operasyonu ile mümkündü.
Fethullah Gülen’in “sulhta hayır vardır” konuşmasından kısa bir süre sonra MİT’ten başbakanlığa giden bir bilgi notu Hizmet Hareketi’yle ilgili şeytanlaştırma operasyonu için düğmeye basılmasına sebep oldu.
MİT, Erdoğan’ı bazı bakanların Reza Zarrab ile olan tehlikeli ilişkileri konusunda uyarıyordu. Erdoğan’ın bundan aldığı mesaj yolsuzluk meselesinin eninde sonunda patlayacağı oldu. İşte aradığı fırsat buydu. Ama oyunun inandırıcı olması için kitlesine bir gerekçe sunması gerekiyordu.
PLANIN İLK AYAĞI DERSANELER
Aynı yılın mayıs ayında dersanelerin kapatılması meselesi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından gündeme atıldı. Erdoğan geride duruyor, konuyla ilgili direkt konuşmalarda bulunmuyordu. Hizmet Hareketi’nin karara tepkisi ise tam da Erdoğan’ın beklediği gibi sert oldu.
Dersaneler Hizmet Hareketi’nin temel insan kaynağıydı, üstelik kapatma kararı eğitim gerçekleriyle de örtüşmüyordu. Hemen hepsinin çocukları Hizmet dersanelerine ya da okullarına gitmiş olan AKP çevrelerince bu tepki kamuoyuna, “Para musluğu kesilen Cemaat tepki gösteriyor.” şeklinde yansıtılıyordu.
YOLSUZLUK OPERASYONUNA KARŞI BAHANE HAZIRDI
Erdoğan, dersane konusundaki kenarda duran tutumunu 21 Kasım 2013’te değiştirdi ve, “Kapatmaya kararlıyız.” diyerek tavrını net bir şekilde ortaya koydu.
Sadece bir ay sonra tarihin en büyük yolsuzluklarından biri ortaya saçıldığında Erdoğan bunu “cemaatin dersane rahatsızlığından dolayı AKP’ye operasyon yapması” olarak tanımladığında kendisine körü körüne inanacak kitle çoktan hazırdı.
Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler, ayakkabı kutularından çıkan paralar kimsenin umurunda olmadı. “Cemaat” dersane konusunda net tavrını gösteren Erdoğan’ı devirmek istiyordu. Ergenekon’la çoktan anlaşılmış olduğu için başta yargı bürokrasisi olmak üzere bütün bürokrasi Erdoğan namına artık mesele değildi.
17 Aralık 2013-15 Temmuz 2016 arası hem sosyolojik hem politik açıdan başlı başına bir araştırma konusudur. Erdoğan koca bir kitleyi adım adım en ağır insan hakları ihlallerine, haksızlıklara, zulme sessiz kalacak hatta destek olacak hale getirdi.
Sonra… Sonrası 15 Temmuz… Planlandı ya da kullanıldı…
15 TEMMUZ’UN KARANLIK SORULARI
15 Temmuz’u uzun uzadıya anlatacak değiliz. Yukarıdaki süreç bile her şeyi ifadeye yeter. Ancak 15 Temmuz ve sonrası ile ilgili hâlâ cevap bekleyen soruları yeniden hatırlatmak bu menfur tezgâh dolayısıyla acı çeken yüz binlerce insana karşı bir vefa borcudur.
İSTİHBARAT ZAAFI MI VAR, YOKSA BİLİNİYOR MUYDU?
Bir darbe girişiminin varlığını bilmek öncelikle istihbarat kurumlarının işidir. Böyle bir hadise akabinde istihbarat teşkilatının suçlanması hatta sorumlusunun yargılanması gayet normaldir. Oysa MİT 15 Temmuz’a kadar darbe girişimiyle ilgili hiç bir istihbarat vermemiştir.
‘Cemaat’ üyesi olmakla suçlanarak hapse atılan bir asker haber vermese MİT’in 15 Temmuz günü 16:00’da da haberi olmayacaktı. 12 Eylül 1980’de bile dönemin imkânlarına rağmen askeri bir hareketlilik olduğu öğrenilmiş, ancak müdahale edilememiştir.
Oysa AKP hükümeti tüm imkânlarına rağmen 15 Temmuz girişimi ile ilgili son ana kadar haber alamamıştır. Buna rağmen neden MİT müsteşarı yargılanmak şöyle dursun darbe komisyonuna bile çağrılmamıştır ve halen görevini sürdürmektedir?
Darbe istihbaratı saat 16:30’da Genelkurmay’a ulaşmıştır. Buna rağmen kuvvet komutanları düğüne gitmiş ve saatlerce orada kalmıştır. Bunun sebebi ortada aslında bir darbe olmadığını bilmeleri midir?
HULUSİ AKAR NİÇİN KORUNUYOR?
Askeri darbeler ya Genelkurmayın başında olduğu bir emir komuta zinciri içinde yapılır ya da kontrolü ele alan bir cunta tarafından yapılır. 15 Temmuz’un bir cunta darbesi olduğu iddia edilmektedir. 15 yıl öncesinin Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbe Komisyonu’nda ifade vermişken Hulusi Akar niçin çağrılmamıştır?
Görevdeki bir genelkurmay başkanı olarak cuntanın kimlerden oluştuğunu en iyi onun bilmesi gerekmez mi? AKP güdümündeki darbe komisyonu Hulusi Akar’ın söyleyeceklerinden mi korkmuştur?
Askeri istihbarat teşkilatına sahip bir Genelkurmay başkanının aylarca hazırlık gereken bir cunta yapılanmasından haberdar olamaması en azından görev ihmali değil midir? Hulusi Akar bunun için neden hesap vermemiştir?
KOMUTA KADEMESİNİ ŞEKİLLENDİRMENİN ÖTEKİ YOLU
Darbe girişimi sonrasında ordunun general mevcudunun yarıya yakını ve binlerce üst rütbeli subay askerlikten uzaklaştırıldı, tutuklandı ve yargılandı. Hiçbir cuntada bu kadar üst rütbeli subay bir arada olmamıştır. Bu kadar generalin içinde olduğu bir girişim asla gizli kalamaz.
Darbeye adı karışan generallerin Hizmet Hareketi ile ilgisi olduğu iddiası –mahkemelerde somut bir delil sunulamadığına göre- MİT fişlemelerine mi dayanmaktadır?
Bu kadar çok sayıda üst rütbeli personelin tasfiye edilmesinde ordunun gelecek yıllardaki komuta kademesini şekillendirme amacı mı yatmaktadır?
Benzeri bir girişim 1960 darbesinden sonra da yapılmıştır. “Eminsu” (emekli inkılap subayları) hadisesi diye bilinen hadisede 30’dan fazla general ve yüzlerce subay emekliye sevk edilerek NATO’cu subayların önü açılmıştır.
Önü açılan bu subaylar ileriki yıllarda 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın kadroları olarak karşımıza çıkmıştır. Aynı taktiği bu sefer AKP oynamakta ve gelecek yıllar için kendini garantiye almaya mı çalışmaktadır?
TEZGAH GECESİNDE KARANLIK NOKTALAR VAR
Genelkurmay, saat 18:00’de hiçbir uçağın kalkmaması, kışlalardan askeri araç ve personel çıkarılmaması yönünde emir verdiği ve bu emir tüm TSK organları tarafından duyulduğu halde ne olduğundan habersiz küçük askeri grupların sokağa çıkarılması emrini kim vermiştir?
Sokağa çıkarılan erlere “terör şüphesi var”, askeri öğrencilere ise “tatbikat yapılacak” bilgisi verildiği mahkeme kayıtlarına yansıdığına göre kurban seçilen bu personeli sahaya süren kimdir? Yargılanan bazı askeri personeller kendilerini görev yerine getiren komutanların daha sonra bölgeden ayrıldığını ifade etmiştir. Kimdir bu komutanlar ve haklarında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
Türk ordusunun darbe geçmişi malumdur. Bir darbenin nasıl ve ne kadar kuvvetle gerçekleştirilebileceğini hemen her subay kestirebilir.
1984’ten beri PKK ile yürütülen mücadele kapsamında gayrinizami harp konusunda oldukça tecrübeli olan TSK personeli çok az sayıda rütbeli asker, askeri öğrenciler, 1-2 tabur asker, birkaç tank ve uçakla darbe yapılamayacağını bilemeyecek kadar yetersiz midir?
15 TEMMUZ GECESİ SİYASETÇİ GÖZALTINA ALINMADI
Dünya tarihinde insanların en uyanık olduğu saatte darbe yapmaya kalkışan hiçbir ordu görülmemiştir. Tüm darbeler, sivil tepkisini ve kaybını önlemek için sabaha karşı yapılır. İlk yapılan iş ise halk tepkisini organize edebilecek siyasilerin ve sivil liderlerin derdest edilmesi olur.
15 Temmuz’da bunların hiçbiri olmamıştır. Herhangi bir iktidar yetkilisi gözaltına alınmaya bile kalkışılmamıştır. Bütün bu tutarsızlıklarla ilgili komisyonda ya da mahkemelerde soru sormak neden herhangi bir yetkilinin aklına gelmemiştir?
En küçük bir terör hadisesinde medyaya yayın yasağı getirilirken darbe teşebbüsü gibi hadisede niye yayın yasağı getirilmedi? Neden o gece Twitter ve diğer sosyal medya mecralar kapatılmadı ve internet yavaşlatılmadı?
Medyanın ve iletişimin engellenmemesi ortada bir darbe olmadığı için yönlendirilen sivil halkın az sayıdaki askeri rahatlıkla engellemesi ve böylece “demokrasi destanı” çıkarılabilmesi için miydi?
Eğitimli yüzlerce güvenlik personelince son model silahlarla korunan Erdoğan’ın Saray’ının 3’ü rütbeli 13 asker tarafından basılması ve bunların daha kapıdan girmeden gözaltına alınması tuhaf değil midir? Onları oraya bir şey yapamayacaklarını bile bile kim göndermiştir?
450 METREKARELİK SARAY’I VURAMAYAN PİLOTLAR!
Herhangi bir subay 13 askerle sarayın ele geçiremeyeceğini pekâlâ bileceğine göre bu askerler ne söylenerek oraya gönderilmiştir?
Darbe Erdoğan’a karşı yapılmaktadır. Uçaklar lazer teknolojili hedefleme sistemlerine rağmen Erdoğan’ın 450 bin metrekarelik sarayının sadece bahçesinin uzak bir köşesini bombalıyor. Ahmet Nesin’in TBMM’nin füzeyle vurulmadığı aksine içeriye yerleştirilmiş bir bombanın patlatıldığı, patlama yerindeki görüntünün de içten dışa bir patlamayı desteklediği yönündeki iddiaları neden araştırılmamıştır?
Sonuçta 15 Temmuz’dan sonraki cadı avında Meclis’in kayıtsız şartsız desteği en azından sessizliği sağlanmıştır. Kim kendisini öldürmek isteyenlere karşı merhamet gösterir ki?
FOCUS DERGİSİNİN YAYIMLADIĞI E-POSTA
Darbe girişiminden hemen sonra İngiliz İstihbaratı GCHQ’nun Türk hükümetinin telefon ve e-posta yazışmalarını yakaladığı ve “Yarın temizlik operasyonları başlatılsın ve darbenin baş yöneticisi Fethullah Gülen ilan edilsin.” mesajını elde ettiği 24 Temmuz 2016’da saygın Alman dergisi FOCUS’ta yayımlandı. Şu ana kadar tekzip edilmedi. Bu iddia doğru mudur, doğruysa neden kimse bunun üstüne gitmemiştir?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hemen o gece 04:30’da darbe girişimini çözüp sonuca bağlayarak “Paralel Devlet Yapılanmasıyla irtibatlı yargı görevlileri ve general, amiral, subay, astsubay, er ve erbaşlar” hakkında gözaltı kararı vermesi şüphe uyandırıcı değil mi? Yargı görevlileri ile ilgili gözaltı ve tasfiye kararları 15 Temmuz’la ilgili şaibeli konularda sorular sorulmaması için midir?
AKIN ÖKSÜZ’Ü KİM YA DA KİMLER SERBEST BIRAKTI?
Öğretmenlerin, esnafların, ev kadınlarının bile en ufak şüphe ya da ihbarlarla gözaltına alındığı bir ortamda darbenin merkezi olduğu iddia edilen Akıncı Üssü yakınında yakalanan ve sonradan darbe teşebbüsünün 1 numarası olduğu iddia edilen Adil Öksüz’ün ilk mahkemede salıverilmesi üzerindeki sis perdesi neden aralanmamaktadır?
ERDOĞAN’IN KARANLIK ORDUSU SADAT
Eski Pentagon üst yetkilisi Michael Rubin’in “15 Temmuz gecesi sivilleri Saray’a bağlı SADAT milisleri öldürdü” iddiası doğru mudur? O gece görüntülere ve tanık ifadelerine yansıyan “siyah tranporter”lar neden soruşturulmamıştır?
15 Temmuz sivil ölümleri yeterince araştırıldı mı? Niçin hiçbirine otopsi yapılmadı? Yargılanan erler ve avukatlarının “bizden teslim alınan silahların balistik incelemesi yapılsın” talepleri mahkemeler tarafından neden ısrarla reddedildi?
“Keskin nişancı” iddiasında bulunan bazı maktul yakınları bu beyanlarını niye geri çekti? 15 Temmuz’dan sonra rütbeli askerlere işkence ettiği belirtilen emekli SAT komandosu Ali Türkşen’in 15 Temmuz ve Sadat’la ilgili ifadeleri niye araştırılmamıştır?
SADAT, kendi internet sitesindeki bilgilere göre 28 Şubat 2012’de kurulmuş. Başında Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi bulunuyor. “15 Temmuz’dan sonra ne istediysek oldu.” diyen Tanrıverdi şu an Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı…
Tanrıverdi ne istemiştir ve elde etmiştir? Sadece dost ve müttefik ülkelerin silahlı kuvvetlerine eğitim verdiğini belirten Sadat’ın eğitim programında “gayr-i nizami harp, tahrip ve keskin nişancılık” da mevcut olduğunu söyleyip bu bahsi kapatalım.
TÜRKİYE’NİN EN KARANLIK VE KANLI GİZLİ SAVAŞI
Yedi günlük yazı dizisini 15 Temmuz ile sonlandırıyoruz. İlk altı bölüm boyunca Gladio ve örtülü operasyonlarına değindik. Peki, 15 Temmuz bir Gladyo yani NATO operasyonu mudur? Bunu söylemek pek mümkün görünmüyor.
15 Temmuz’dan sonra tasfiye edilenler arasında NATO subayları çok fazla, hatta tüm NATO subayları tasfiye edildi denebilir. Hadise sırasında görev gereği yurt dışında bulunan NATO’da görevli subayların büyük bir kısmı Türkiye’ye dönmedi.
Fakat 15 Temmuz’la ilgili her şey Gladyo yöntemleriyle uyuşuyor. Gizli ordular, kamuoyu yönlendirmesi, şeytanlaştırma… Erdoğan ve şimdilik birlikte yürüdüğü Avrasyacı kadrolar Gladyo’dan öğrendikleri oyunu başarıyla sahnelediler.
Fakat gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.