Babası tutuklandıktan sonra Bahadır ile ilgilenmeye çalışan Osman Odabaşı, yeğeninin iç dünyasını, psikolojisini ve yaşadıkları anlattı. Osman Odabaşı, “Son iki üç aydır eve geç gelmeye başlamış. Aslında öyle bir çocuk değildi. Kendi dünyasında yaşıyordu.” dedi.
BOLD – Diyarbakır’da yaşadıkları 10 katlı apartmanın boşluğundan atlayarak intihar eden 16 yaşındaki Bahadır Odabaşı’nın amcası Osman Odabaşı, yeğeninin müzikle ilgilenen, söz yazan, aile içinde hep birlikte olduklarında şen, tek başına kaldığında ise sessiz bir çocuk olduğunu söyledi.
Gülen Hareketi soruşturmaları kapsamında beş yıldır Elazığ E Tipi Cezaevinde tutuklu olan KHK’lı Türkçe öğretmeni Nurettin Odabaşı’nın oğlu Bahadır Odabaşı, babasının tutukluluk haline çok üzüldüğü ve ergenlik döneminde bu duygularla baş etmekte zorlandığı için 13 Ocak 2021’de intihar etti. Enes Kara’nın ölümünden sonra tüm Türkiye’yi sarsan bu olayın yankıları hala devam ediyor.
Bahadır Odabaşı, olay günü Diyarbakır Kayaşehir’deki evde 17 yaşındaki ablası, 11 yaşındaki erkek kardeşi, annesi ve bir hafta önce ziyaretlerine gelen dedesiyle birlikteydi. Arkadaşlarıyla buluşmaya gidecekti. Erken gelmesini tembih eden annesine ve dedesine biraz kızarak evden çıkan Bahadır, ertesi sabah binanın güvenlik görevlisi tarafından apartman boşluğunda bulundu.
“SON DÖNEMDE EVE GEÇ DÖNÜYORDU”
Kronos‘a konuşan Osman Odabaşı, Bahadır’ın o dönemdeki ruh haline ve olayın yaşandığı akşama ilişkin şu bilgileri aktarıyor:
“Bahadır son iki üç aydır eve geç gelmeye başlamış, akşam 21.00-22.00 gibi ancak dönüyormuş. Aslında hiç böyle yapmayan bir çocuk. Bütün yaz tatillerini birlikte geçirsek de Diyarbakır’dayken de sürekli telefonla görüşüyorduk. O akşam dedesi biraz nasihat ediyor, annesi biraz söyleniyor. ‘Oğlum artık böyle olmaz, dışarısı tekin değil, başına bir şey gelmesin, bundan sonra eve vakitlice gel’ diye tembihliyorlar. Babamla, yani dedesiyle de iyi anlaşırlar. O da, ‘Bak oğlum eve akşam erken gel, yemeğimizi yiyelim, namazımızı kılalım, ben de senin derslerine yardımcı olurum,’ diyor: Güngörmüş adamdır babam. Mekke’de imamlık yaptı, 1990’larda emekli oldu, o günden sonra hep çocuklarının yanında. Annem de 2014’te vefat edince bütün dünyası bizdik. Ama çocuğun o günlerdeki ruh hali sanıyorum konuşulanları kabullenemiyor. Kendisinin çok olmasa da arkadaşları olduğunu biliyoruz. Zannediyorum, yeni arkadaşlar da edinmiş. ‘Benim yaşımda birinin bu vakitte gelmesi çok mu geç, bakın giderim bir daha hiç gelmem’ diyerek kapıdan çıkıyor. Babam ve yengem, ‘Fazla üzerine varmayalım, birazdan gelir’ diye düşünüyorlar.”
O GECE EVE GELMEYİNCE…
Bahadır’ın oturdukları sitenin 10. katındaki kapıyı vurup çıktığı saatlerde apartman görevlisi bir ses duyuyor. Işıkları açıyor, oraya bakıyor, buraya bakıyor, binanın etrafını dolanıyor bir şey göremiyor. Binanın geniş merdivenlerinden dışarıya açılan küçük pencereyi fark edip kapatıyor.
Bahadır eve gelmeyince bütün aile tedirgin oluyor. Sürekli görüştükleri bir arkadaşının numarası var, onun da telefonu kapalı. Daha önce birkaç kez arkadaşlarında kaldığı için, ‘yine onlarda kalmıştır, kızgın olduğu için bizi de aramamıştır’ diye düşünüyorlar.
Sabah olunca binanın güvenlik görevlisi ikinci kattan çıkılan kapalı alanın bir yerinden kan damladığını görüyor. Hemen akşam açık olarak gördüğü pencere aklına geliyor, bir de bakıyor ki çocuk yerde yatıyor. Hemen aileye haber veriliyor, olayın duyurulmasıyla savcı geliyor.
Savcı, “Başınız sağ olsun, yapacak bir şey yok” diyor. Sonra “Hızlıca tutanağı hazırlıyorlar. Doktorlar kan örnekleri alıyor, temiz… Adli Tıp’a bile götürülmüyor. Yazısı yazılıyor ve bize sevkini yapıyorlar…”
HAYALİ YURT DIŞINDA OKUMAKTI
Bahadır’ı aile içinde en iyi tanıyan isim olan amca Osman Odabaşı, “O çok sakin ve kendi dünyasında yaşayan bir çocuktu” diyerek yeğenini şöyle anlatıyor:
“Son birkaç yıl olduğu gibi bu yaz tatilini de bizim yanımızda geçirdi. Son yaz rap müziği sözleri yazmaya başlamıştı. Ben tır şoförü olduğum için çok ülke geziyordum, ‘Amca bana yardımcı ol, şu yurt dışı deneyimlerinden ben de yararlanayım’ diyordu. Onu da yurt dışına götürmemi, oralarda kendisine yeni fırsatlar bulabileceğimizi söylüyordu sürekli. ‘Ufkum açılır, ufkum değişir amca’ diyordu… En son 8 Ocak’ta görüştük. ‘Amca yazı yine sizinle geçireceğim, okul biter bitmez yanındayım, burada çok daralıyorum’ diyordu. Arkadaş çevresi yoktu çok fazla.”
Bahadır’ın KHK’lı ailesinin yaşadıkları karşısında ezildiğini düşünüyor Osman Odabaşı. “İşte biriyle tanışıyorum, anne babanız dedikleri zaman cevap veremiyorum,” dediğini aktarıyor: “Siz de bilirsiniz ki büyümekte olan dalın üzerine düşen damla bile onu büker. Çocuk kendisine uygun olumlu bir zemin bulamayınca demek ki sıkıldı. Daha çok internette vakit harcamaya başladı. Asla asi, agresif bir çocuk değildi, olanlardan bu çıkarılmasın. Ama babanın tutukluluk durumu çocuğu yüzde yüz etkiliyor. Annesi de ihraçtı zaten, yeni iade edildi görevine. Kolay değildi onun için…”
BABASIYLA,KARDEŞLERİYLE ARASI İYİYDİ
Bahadır’ın ve kardeşlerinin babalarıyla ilişkilerine değinen Osman Odabaşı, “İlişkileri çok iyiydi. Bahadır son iki görüşe gidememişti. En son yılbaşında babasını ziyaret etmişti. Saçını biraz uzattığı için, ‘Babamın yüzüne nasıl bakarım, belki babam saçlarımın uzun olmasını sevmez’ diyordu. Babası onu hep bir pehlivan gibi görüyordu. Hepimizin arasındaki ilişkiler çok iyidir. Mesela babam 70 yaşında hâlâ torunlarıyla güreş tutar. 10 yaşında oğlum var, cenaze akşamı ‘Gel dede bilek güreşi yapalım’ diyordu, o kadar insanın içinde” diye anlatıyor.
MÜZİKLE İLGİLENİYORDU
Çocukların baskı görmediğini söyleyen Odabaşı, yine de yoğun iş temposundan dolayı çocuklara yeteri kadar vakit ayrılamadığını ve yargılamalar, cezaevleri gibi süreçlerin psikolojilerini olumsuz etkilediğini belirtiyor:
“Bahadır’ın umut vaat eden bir genç olarak ileride bir müzik grubu kurabileceğini veya söz yazarlığı yapabileceğini görüyordum. Müziğe çok ilgisi vardı. Elinde kalem sürekli bir şeyler yazıyordu. Yazdıklarını da birçok kişiye göndermeye çalışıyordu. Yazdığı şeylerin çoğu daha çok günümüzü özetleyen mizaha dayalı şeylerdi. Kendisini, babasını, ailesini ve bizleri özetleyen şeyler yazardı. Öyle buhran içeren yazılar değildi. Herkes ile uyum sağlayabilecek bir karakteri vardı. Mesela babam sabah namazını cemaat ile kılmayı çok sever. Sabah namazını cemaatle kıl, bir dönüm arsa bağışlasın sana, öyle özetleyeyim. Harçlığı bitince bana ‘Amca eğer sabah uyursam beni uyandır sabah dedemle namaz kılmam lazım’ derdi. Böyle bir yaşamımız vardı bizim. Bizimle beraber şen şakrak bir çocuktu ama kendi halindeyken sessiz sakin biriydi.”
AİHM’den Hidayet Karaca’ya ayrımcılık: Dava 5 yıldır bitmedi